Başbakan Yıldırım dün Diyarbakır’da, Doğu bölgesi için yeni yatırım projelerini ve teşvik politikalarını tanıttı.
Sık sık “Ölümüne kadar kardeşlik” anlamında deyimler kullandı; adaletten bahsetti, benzer cümlelerini “Yolları böleriz amma Türkiye’nin bölünmesine asla izin vermeyiz” diyerek bitirdi.
“Bölgeye 140 milyar liralık yatırım yapacağız” dedikten hemen sonra “terörün kökünü kazıma” politikasını anlattı!
Hükümetin terör politikası değişmeyecekti, bir iki cümle sonra da haykırdı: “Çözüm mözüm yok, terör örgütü ile çözüm olmaz"!
Geçen yılları hatırlayalım: 11 yıl önce 12 Ağustos 2005 günü Başbakan Erdoğan, Diyarbakır’da “Kürt sorunu benim sorunumdur” dediği konuşmasıyla, Türkiye’de yeni bir dönemi başlattı.
Sonrasında, bazen aşırı heyecan yaratan, bazen dramatik geri dönüşlere sahne olan “açılım dönemi” ve “çözüm süreci” adı verilen dönemleri yaşadık, reformlar “gelecek bahara kaldı”, “yeni meclise sunulacak” derken yıllar geçti; analar umutlarını hep yaşattılar; onlar sayesinde umutlar sönmedi, ta ki, Diyarbakır konuşmasının onuncu yılına iki ay kala “Çözüm sürecinin buzdolabına konulduğu” söyleninceye kadar!
Sayın Erdoğan 11 yıl önce Diyarbakır konuşmasını Diyarbakırlı şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket İsterim” başlıklı şiirini okuyarak dinleyicilerine veda etmişti:
"Memleket isterim.
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim.
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim.
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim.
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun."
Pazar günü, Sayın Başbakan Yıldırım konuşmasına aynı şiiri okuyarak başladı.
Şiiri okudu ama, “ölümüne kardeşlik” iddiasını, Tarancı’nın “Kardeş kavgasına bir nihayet olsun” hayaliyle birleştirmedi! Önce “terör örgütüyle çözüm olmaz” dedi.
Kardeş kavgasını “sonuna kadar devam edenler” bitirecekti; zahir ölünceye kadar savaşılacak; ölünceye kadar savaşılarak kardeşçe(!?) yaşanacaktı!
Oysa, demokratik hukuk devletini kurup yerleştirme iradesi yoksa, “Kardeş kavgasına nihayet” verilemez!
Yerinden yönetimin ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülke mi var kardeş kavgası olmayan?
Yerinden yönetim ilkesi 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda aşağıda verdiğim maddelerle tanımlanmıştı.
“Türkiye coğrafi vaziyet ve iktisadi münasebet nokta-i nazarından vilayetlere, vilayet kazalara münkasem (ayrılmış) olup kazalar da nahiyelerden terekküp eder”, “Vilayet mahalli umurda (yerel işlerde) manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir”, “Vilayet şuraları vilayetler halkınca müntehap (seçilmiş) azadan mürekkeptir”, ve “Nahiye hususi hayatında muhtariyeti haiz bir manevi şahsiyettir”, “Nahiye şurası, nahiye halkınca doğrudan doğruya müntehap azadan terekküp eder.” (Madde: 10,11,12,16,18)
Kurtuluş Savaşı sonrasında kabul edilen 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, yerinden yönetim yerine merkezi idare sistemine göre tedvin edilmiş, 1950 çok partili hayata geçişte demokrasiyle merkezi idarenin uyumu düzenlenmemiş, tam tersine, merkezi yönetim kuralları katılaştırılmış ve genişletilmiştir.
2011 seçimlerinden sonra, demokrasiyi darlaştırma politikasının bir parçası olarak, bakanlıkların kuruluş ve örgütlenme kurallarını yenileyen Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile, merkezin yetkileri genişletilmiş, belediye ve özel idarelerin yetkileri merkezin denetimine geçmiştir.
Bu tarihten sonra çıkarılan birçok kanun değişikliklerine de aynı anlayış hakim olmuş, bu anlayış, seçimle gelmiş başkan ve meclis üyelerinin görevden alınması ve yerlerine İçişleri bakanı ve valinin atama yapmasına vardırılmıştır.
Yerinden yönetim olmayan yerde, idarenin demokratik olması, insan hakları kanunlarının genişlemesi söz konusu değildir.
Birçok kez yazdığım gibi, yerinden yönetim ve parti içi demokrasi olmadan, demokratik parlamenter veya başkanlık sistemlerinin insan hakları ve hukuk sistemi içinde yürümesi beklenemez.
Kürt meselesinin esası yerinden yönetim anlayışından doğmuştur, devam etmektedir.
Sayın Yıldırım’ın heyecanlı konuşması ve halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışması, Kürt meselesinde iyilik getirmez.
Savaşın bitmesi için, iki yıldır uygulanan “terör belasını bitirme” politikasını, “terör belasını barışarak çözme” politikasıyla değiştirilmelidir.
Değişiklik devletin siyasal iktidarının, demokrasiye dönme ve yerinden yönetim sistemine geçiş kararını vermesi ve iradesini açıkça belirtmesiyle başlar.
Bugünkü politika, savaşarak ölmeyi öngörmektedir; bunun yerine barışarak yaşama amaçlanmalıdır!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.