Paris katliamı siyasette şiddetin nerelere tırmanabileceğine ilişkin en son örnek oldu. Batı’nın ulus devleti kuran ilk toplumu olarak bu katliamın Fransa’da olması üzerinde düşünmeyi gerektiren bir husus. Aslında Amerika’daki 11 Eylül terör saldırısından sonra bunlar neden oluyor diye üzerinde durup düşünülmesi gerekirken, Amerikalılar soruna silahla cevap bulmayı tercih ettiler. Bin Ladin’in öldürülmesi ile konu kapanmış gibi oldu.
Bir taraftan baktığımızda konunun farklı dinlerle, farklı kültürlerle ilgisi olmadığını söylemeliyiz. Çünkü toplam insanlığın ulaştığı insani değerler, gerekçesi nereye dayanırsa dayansın masum insanların katledilmesini lanetlenmesi gereken bir olay olarak görüyor. Günümüz toplumlarında farklılıkların varlığının sorunlara neden olduğu açık olsa da, farklılıkların birlikte yaşamasının insanlık açısından daha değerli bir ilke olduğu giderek bütün dünyada kabul görüyor.Günümüz toplumlarında farklılıkların varlığının sorunlara neden olduğuna dair sorulara cevaplar bulmamız gerekiyor. Öyle ya bütün toplulukları hem içlerinde ve hem de dışlarında birbirlerine doğru iten büyük küreselleşme dalgası diye bir şey varsa, bu dalganın getirdiği yeni sorunları da görmemiz gerekiyor.
Kabul etmek gerekir ki, 10-15 yıldır farklılıkların yoğun olduğu gelişmekte olan toplumlardan, göçler nedeniyle farklılaşmaların arttığı gelişmiş ülke toplumlarından yükselen işaretler öncelikli olarak ulus devletlerin yönetim tarzı olarak kabul edilmiş “temsili demokrasi”yle ilgili yeni sorunların varolduğunu gösteriyor.
Şunu söylemek gerek: Bugünün ulus devlet formu altında bir araya gelmiş ya da getirilmiş devletler, ulus devletin ihtiyaç gösterdiği “homojen” bir topluluk olma özelliğine sahip değiller. Bu devletlerin çoğu, farklı etnik ve inanç düzeyinde yaşayan, bu bakımdan da heterojen olan, deyim yerindeyse ulus formatına “tıkıştırılmış” topluluklardır. Bu devletlerin yönetim tarzlarının “temsili demokrasi” olmasının ise hiçbir önemi yoktur, çünkü bu gibi ülkelerde temsili demokrasiler hep egemen kimliğin -ya da sayıca hakim kimliğin- yönetimi anlamına gelmiştir. Türkiye’nin de içinde sayılması gereken bu ülkelerde küreselleşmenin etkisi bir yandan kimlikleşmeleri tahrik ederken diğer yandan da “temsili demokrasi”nin yetmezliğini daha açığa çıkarmaktadır.
Öta yandan şimdiye dek en güzel yönetim olarak kabul edilmiş “temsili demokrasi”nin Batı’daki serüveninde de benzer sorunlar çıkmaktadır. Kavramın çıktığı yerlere işaret eden Batı kavramının homojen topluluklar üzerinden oluşmuş “ulus devletler” olduğunu biliyoruz. Ama ne var ki küreselleşmenin yarattığı basınç, farklı topluluklara mensup farklı kimliklerdeki insanların bu ulus devletlere doğru göçlerine neden olarak o toplumları da heterojenleştiriyor. Bunun yarattığı sonuç ise tıpkı Doğu’da olduğu gibi “temsili demokrasi”nin farklılıkların birlikte yaşadığı ya da yaşamak durumunda kaldığı toplulukları yönetmekte yetersiz kalması.
Kısacası: Eğer bir ulus devlet içinde farklılıklar var ise “birlikte yaşamak” ancak bu farklılıkların kendi geleceklerini biçimleyebilme imkanları tanıyan katılımcı bir demokrasiyle mümkün. Temsili demokrasinin bunu başaramadığını görüyoruz. Öte yandan katılımcı bir demokrasiyi, toplumların kendi hayatlarını önemli ölçüde etkileyen kararlara katılmaları anlamına almak gerek yoksa manavdaki domatesin kaça satılacağı kararına katılmaları olarak değil. Bu konularda yazmaya devam edeceğim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.