TEL Abyad konusuna geleceğim ama meseleye biraz kuşbakışı yaklaşmak istiyorum.
Dolayısıyla önce bir siyasetbilim deyiminden başlamak gerekiyor.
Bugünkü kolonyal uzantıyı hariç tutarak “satıh devamlılığı” kavramını kastediyorum.
Esas olarak geç ulus-devletlerle birlikte lügate yerleşmiş olan bu ifade aynı etnisitiye mensup insan gruplarının aynı ülke bayrağı altında toplanması durumunu tanımlar.
***
OYSA ele avuca sığmaz tarih böyle bir kural tanımıyor! Zaten de hiç tanımadı.
Kavimler oradan buraya göç ederken, daha sonra başkent kançılaryalarında veya konferans masalarında çizilmek istenen hudutlara uygun bir parkur izlemediler.
Çadırlarını ve çatılarını paşa gönüllerine ve şartların uygunluğa göre kurdular.
Artı, çok milletli imparatorlukların iskân politikası da farklı öbekleşmelere yol açtı.
Dolayısıyla da meselâ Slav okyanuslarda Cermen, Farsî denizlerde Türkî, Latin ırmaklarda da Kelt veya bunların tersi adalar oluştu.
Fakat ne zaman ki ulus kavramı geniş anlamda etnik bütünlüğü de kapsamaya başladı, “satıh devamlılığı” sorunu da jeo-politik gündemden düşmez oldu.
***
SORUNU çözmek iddiasının masaya geldiği esas yer 1. Savaş ertesindeki antlaşma ve konferanslardır. Tabii ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı da meseleye eklemlendi.
Fakat sonuç koskoca bir hüsran oldu! İşler daha da sarpa sardı.
Çünkü değil “satıh devamlılığını” sağlamak, aksine, müttefikler yenik Almanya’nın yine Cermen etnisiteden Avusturya ve Südetler Bohemyası’nda bütünleşmesini engellediler.
Artı, Macar ahalinin yaşadığı Transilvanya’yı da Romanya’ya hediye ettiler.
Balkanların, Polonya’nın, Ortadoğu’nun “garabet” durumlarını zaten geçiyorum.
Ama 2. Savaş nihayetinde ve dehşet acılar pahasına, Avrupa’nın önemli bir kesiminde o “satıh devamlılığı” metazori biçimde ve bıçakla ekmek keser gibi uygulamaya konuldu.
Almanlar ve Lehler doğudan batıya sürülürken, tarihi muzafferler yazdığı için hâlâ pek sözü edilmese bile aslında 20. Yüzyılın en büyük “etnik temizliği” gerçekleştirilmiş oldu.
Esas istisna olarak Yugoslavya kaldı ki, zaten Miloseviç’in kırk küsur yıl sonra sebep olduğu hercümerç de aynı “satıh devamlılığı” azminin uzantısından başka bir şey değildir.
***
İMDİİ… Bütün bunları hafızamızın bir köşesine yazdığımız takdirde, geçen hafta IŞİD’i püskürten PYD’nin Tel Abyad’da egemenlik sağlamasını da yukarıdaki “satıh devamlılığı” kavramından soyutlayarak düşünemeyiz.
Öyle bir “satıh devamlılığı” ki, Cezire’yle Kobani arasındaki kopukluk sona ermiş ve Türkiye’ye sınır Kuzey Suriye’de de fiili ve yekpare bir Kürt siyasi coğrafyası oluşmuş oldu.
Bunun illâ önceden hesaplanmış bir strateji çerçevesinde gerçekleştiğini sanmıyorum.
Olayların gidişatı, yani hem Baas rejiminin kaosu, hem de IŞİD’in zuhuru PYD’nin muhtemelen tasarlamadığı ve öngörmediği bir fırsatı değerlendirmesine yol açtı.
Ve Ortadoğu’da her zaman yaşandığı gibi ittifaklar değişkenlik ve dostluklar kaypaklık üzerine inşa edildiği için de ortaya bu defa ABD destekli bir oluşum çıkmış oldu.
***
İTİRAF edilsin veya edilmesin, Tel Abyad’la pekişen yeni durum geç uluslaşmak sürecini yaşayan Kürtler açısından da aynı “satıh devamlılığı” kavramıyla bütünleşiyor.
Etno-politik bir yekparelik azmini yansıtıyor. En azından bunun altyapısını hazırlıyor.
Ve umalım ki bu “devamlılık” hemen her yerde “temizlik” kelimesiyle de atbaşı gitmiş olan diğer 20. Yüzyıl tragedyalarıyla benzeşmesin.
Geç veya erken ulus, eski tecrübeler artık bir de “olgun ulus” olmayı zorunlu kılıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.