Bir araştırma şirketi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerlerde öz yönetim-özerklik konusunda bir anket çalışması yapmış.
Araştırmaya katılanların yüzde 74’ü “özerklik-özyönetim” hakkında aleyhte görüş belirtmiş. Sadece yüzde 6’sı özerklik ya da özyönetimi desteklemiş. Yüzde 20’si ise görüş belirtmemiş.
Bölgenin bu kadar karışık olduğu bugünkü şartlarda yapılan kamuoyu araştırmalarına ne kadar güvenilebileceğinden şüphe duyabilirsiniz. Ayrıca söz konusu araştırmanın ne kadar sağlıklı olduğundan da... Ama şunu unutmamak gerekir ki, bu soru bundan önceki yıllarda da defalarca soruldu Kürtlere ve her seferinde benzer sonuçlar çıktı. Benim hatırlayabildiğim kadarıyla özerklik- federasyon fikrine desteğin çıkabildiği en üst nokta hiçbir zaman yüzde 10’u geçmedi. Bağımsız devlet talebi ise her zaman yüzde 2-3’lerde kaldı.
Esasen, otonom bölge talebinin her dönemde küçük bir azınlık olarak kaldığına ilişkin en kesin delil, PKK’nın silahı bir türlü bırakamaması değil mi? Eğer PKK-KCK, statü talebini referandumla sandıktan çıkarabileceğine bir an olsun inansaydı, şimdiye kadar çoktan silah bırakmış ve arzuladığı statüyü sandıktan çıkarmak üzere siyasi alanda mücadeleye geçmişti.
Bu işin birinci yanı... Ama bir de bir başka yanı var. Kürtlerin çoğunluğunun özerkliğe karşı olması, azınlığın kendi görüşünü savunma hakkını ortadan kaldırmaz. Eğer bugün devlet Kürtlere, bütün görüşlerin siyaset zemininde serbestçe tartışması ve çözülmesi sözü veriyorsa, bu nokta unutulmamalıdır.
Açık konuşalım: Hem siyasi çözüm deyip hem de sürekli “Tek bayrak-tek devlet- tek vatan-tek millet”in kabulünü şartı koşmak siyasi çözümün ruhuna uygun bir tutum değildir. Zira siyasi çözüm dediğimiz şey, ucu açık bir süreçtir. Nereye kadar gideceği ve nerede duracağı baştan bilinemez ve baştan sınırlanamaz.
Tartışma siyaset platformuna geldiğinde, bazı partiler “Tek bayrak, tek devlet, tek vatan, tek millet” hedefini kendi tezleri olarak sonuna kadar savunacaklardır elbette. Toplumun çoğunluğunun arzusu da bu yönde olabilir ve bunu çeşitli platformlarda bir temenni olarak dile getirebilir. Ama bu formülü siyasi süreci sınırlayan bir kırmızı çizgi olarak ortaya koymak; bir başka deyişle “bunu tartıştırmayız bile” tutumuna girmek, “gelin bütün meseleleri siyaset platformunda çözelim” teklifini sakatlar. Eğer siyasi çözüm diyorsak, Kürtlerin devletle nasıl bir idari ilişki içinde olacağı konusunun da tartışmaya dâhil olduğunu içimize sindirmeliyiz.
Kaldı ki bu tartışma “evet” ya da “hayır” seçeneklerine sıkıştırılamayacak kadar zengin bir tartışma. Dünyada binbir çeşit otonomi, binbir çeşit federasyon tipi var. Dolayısıyla tartışmanın evet-hayır kısırlığından kurtarılıp detaylandırılması ve somut modeller üzerinden yürütülmesi gerekiyor.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ise ayrı bir mesele. Yakın zaman önceye kadar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sadece Kürtlerin değil, Türklerin büyük çoğunluğunun da dile getirdikleri bir talepti. Avrupa Yerel Yönetim Şartı’na düşülen şerhlerin kaldırılması noktasında neredeyse konsensüs sağlanmıştı. Ama Cizre, Sur gibi “özyönetim” denemelerini yaşadıktan sonra bu konuda da kafalar karıştı. Daha birkaç ay önce yerelin güçlendirilmesinin ateşli savunucusu olanlar bile şimdi kendi kendilerine soruyor: Seçilmiş belediye yöneticileri şu anki yetkileriyle ellerindeki belediye imkanlarını – merkezden gelen paralar dahil- terör örgütünün emrine verebiliyorlarsa; belediyenin iş makineleri hendek kazmada kullanılıyor, YDG-H militanları belediye çalışanı kisvesiyle ortada dolaşıyorsa, bir de yetkileri arttırılsa neler yaparlar acaba?
Buradan çıkan sonuç, bu despot örgüt tasfiye edilmeden, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin de kolay olmayacağıdır.
Denilebilir ki, bütün bunlar bugünün tartışması değil zaten...
Doğrudur, silahların sesinden başka sesin duyulmasının neredeyse imkansız olduğu koşullardayız ve bu tartışmaların ancak demokratik bir ortamda, halkın iradesi üzerinde hiçbir baskı olmadan yapılabileceğini biliyoruz. Kürtlerin henüz halledilmeyen sorunları da, pratikte çözülen sorunların anayasa teminatı altına alınması da, statü meselesi de ancak terör bitirildikten ve Türkiye yeniden çözüm iklimine kavuştuktan sonra ele alınabilir.
Ama bugün dikkat etmemiz gereken şey, yarının çözümüne ipotek koymamaktır.
Yani...
Şimdiden siyasetin sınırlarını daraltan kırmızı çizgiler çizmemek; “Tek vatan-tek devlet-tek millet-tek bayrak” yaklaşımını, anayasanın değişmez maddeleri gibi kimsenin itiraz edemeyeceği bir devlet politikasıymış gibi takdim etmemektir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.