Türkiye”deki “ulus oluşumu”nun temelinde, 1830”larda başlayan, kökü daha eskiye Osmanlı'nın ilk toprak kayıplarına giden ve biteviye Anadolu'ya doğru akan yaklaşık 150 yıllık bir Müslüman göçü yatar.
Türlü travmalar içeren bu durum, tarihsel ve toplumsal açıdan ciddi izler bırakmıştır. Kaybedilmiş mallar, verilmiş canlar, buna karşılık gelinen yeni topraklarda gasp edilmiş mallar, alınmış canlar, bu çerçevede yaşanan çatışmalar üstüne oturan bu sürecin, kimlik kurucu bir yönü bulunmaktadır.
Bu açıdan baktığımızda Türk kimliğinin kimi maddi ve değersel unsurlarıyla güvenlik fikri, kuvvetli bir öteki duygusu, mal değişimi üzerine kurulu servet ve servet birikimi arasında yakın ilişkiler bulunur.
Bu üçlü bir arada, kayıtları silmek, “kazanımı” korumakla ilgili genel bir “endişe ve arayış” halini ifade ederler.
Bu endişe hali siyasi tercümesini kah milliyetçi duyguların dışa vurumuyla kah içerideki ötekiye yönelik güvensizlikle, kah yeni maddi kayıp ihtimali korkusuyla bulur.
Verili doku budur.
2000'li yıllarda bu dokuda bir hareketlilik yaşanmaya başlamıştır.
Bu hareketliliğin unsurlarından birisi de tarih-kimlik karşılaşmasıdır.
Tarih-kimlik karşılaşmasından kasıt şudur:
Tartışmalarda, tasavvurlarda, algıda toplumun geçmişe yeniden bakması, özellikle yakın geçmişi (örneğin 19. Yüzyıl'ı) kültürel farklılıkları, topluluk ilişkileri, topluluk öyküleri içinde idrak etmesi ve kendisine bakışını bu çerçevede tazelemesi...
Açıktır ki bu karşılaşmanın önemi, özellikle Türk kimliğine dair tarihi bir arınma ve yeniden yapılanma arayışını tetiklemesinden ileri gelir.
Bu arayış, kaçınılmaz olarak 1915 durağına uğramış ya da tersine, 1915 olaylarının toplumsal belleğe geri dönüşüyle alevlenmiştir. Diğer ifadeyle 1915'in toplumsal düzeyde algılanması, tartışılması, kısmen kabulü, bir yönüyle Türk toplumsal kimliğinin yeniden yapılanması, arınması çerçevesinde içe dönük bir işlev olarak karşımıza çıkmıştır.
Nasıl?
Siyasi algıda geçmişe yönelik devlet ve güç algısının yanına toplum, topluluklar, toplumsal hareketler, devlet-topluluk ilişkileri gibi unsurlar kendiliğinden eklenmeye başlanmıştır.
Gerek popüler tartışmalarda gerek akademik çalışmalarda gerek siyasi arayışlarda, “şimdiki zaman-gelecek zaman ilişkisi” yerini “şimdiki zaman-geçmiş zaman bütünlüğü"ne bırakmaya yüz tutmuştur.
Bu koşullar gayri müslimlerin öyküsünü adım adım su yüzüne çıkararak, kaçınılmaz bir keşif haline getirmiştir.
Cumhuriyet öncesi yakın dönem, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl'ın başı toplumsal açıdan “ortaya saçıldıkça” katliamlar, kırımlar, soykırım, çeteler, gizli teşkilatlar, nüfus politikaları, göçler, travmalar ve acılar tek tek kimliklerin ve liberal demokratlar nezdinde global Türk kimliğinin dekonstrüksiyonunun ve yeniden kurulmasının araçları olmaya yüz tutmuştur.
Tutturulan yol aslında “toplumsal meşruiyet yolu”dur.
Uzun, yavaş ilerleyen, buna karşın etkili, sahici ve kalıcı olacak bir yol...
Toplumun gerçeklerle baş başa kalıp, kendisini ve kültürü arındırma gayreti, katledilenlere yönelik tarihi, siyasi ve vicdani borcu algılaması hali...
Türkiye 1915'in 100. yılını bu koşullarda karşılıyor.
Ermenilere yönelik taziye toplumsallaşıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.