Kâinatta başıboşluk kadar başıbozukluk da yoktur. Allah, her zaman için murakıptır. Hiç bir şeyi kendi haline bırakmaz. Atom, küçüklüğüne güvenerek O’ndan saklanamaz; Güneş, büyüklüğüne güvenerek O’ndan kaçamaz. Yıldızlar ordusu, isyan edemez, darbe yapamaz. Toprak vermemezlik, bitkiler bitmemezlik yapamaz. Her şeyin dizgini onun elinde, her şeyin anahtarı onun yanındadır. Her şey onun kozmik yasalarına tabidir. Bütün varlıkların hat-ı hareketi ve hududu O’nun tarafından tayin edilmiştir. Serserilik yok, itaat esastır. Serserilik kaos, itaat kozmostur.
Kozmos, kozmik yasalara tabidir; dinî literatürümüzde buna “Sünetullah” ya da “Şeriat-ı Tekviniye” denilir. Kaos, kozmik yasalara inat ve aksine harekettir; yani nehri tersine akıtmaktır. Bunun literatürümüzdeki ifadesi “Fitne” ya da “Fesat”tır. Kur’an’ın ifadesiyle “nesli ve harsı yok etmek”tir.(bkz. Bakara, 205) Sünetullah’ın sosyal hayattaki yansımasına “Sünet-i Resululüllah” ya da “İslâm Şeriatı” diyoruz. Bu iki şeriat, aynı kaynaktan çıkmadır; özü itibariyle İlahîdirler. Allah’ın yaratmasında düzensizlik yoktur; O, her şeyi yerli yerinde ve kusursuz yaratmıştır.(bkz. Mülk, 3) Evrendeki kusursuz düzenin teminatı, Şeriat-ı Tekviniye, insanlık âlemindeki düzenin teminatı ise, Şeriat-ı Muhammediye’dir.
Avrupalılar, Şeriat-ı Tekviniye’ye(kozmik yasalara), Müslümanlar da İslam Şeriati’ne kısmen uymaktadırlar. Her ikisi de İlahî şeriatların istismarcılarıdırlar. Kozmik yasalar üzerinden teknolojiyi inşa eden Avrupalılar insanlığı ötelerken, bu yasalara inat eden Müslümanlar da onların tuzağına düşmüşlerdir. Göz kamaştıran teknolojiye kapılan Müslümanlar, Avrupa’nın sefahatine yakalanırken, Avrupalılar teknolojiyi acımasızlıkta kullanmaktadırlar. Nasıl, nerede ve ne şekilde kullanılacağını bilmeyenlere verdikleri teknoloji, insanla birlikte, bütün insanî değerleri imha etmektedir. Müslümanları dünya rahatından mahrum bırakan Ecnebiler, dünyayla birlikte ahiretlerini de berbat etmişlerdir.
Evet, hava, su, güneş ve gıda hayata ne kadar lazımsa, iki şeriata uymak da bir o kadar lazımdır. Avrupalılar İslam Şeriatına, Müslümanlar da Sünetullah’a yönelmek zorundadırlar. Bu yöneliş, yakınlaşmayı ve tanışmayı getirir. Tanışanların anlaşması daha kolaydır. Yabancılaşma, güvensizliğe, o da düşmanlığa götürür. Düşmanlık, kaostur; çatışma ve savaşların aracıdır. Yaşanan hal, dünya evimizi başımıza yıkacaktır. Küresel kıyametten önce, sosyal, siyasal ve ahlaki kıyametler yaşamaktayız. İdeolojik, teknolojik, etnik ve mezhebi taassuplar, her türlüsüyle dayatmacılıklar, nefesimizi tüketmekte, hayati damarlarımızı birer birer kesmektedir.
Müslümanlar, akıllarını başlarına almak zorundadırlar; bu zorundalık “farz” derecesinde elzemdir. Bu zamanın en büyük farzı, “emperyalizmin tuzakları”nı fark etmektir. Bu tuzaklardan en tehlikelisi “şiddet eğilimi”dir. Şiddete “cihad”, serseriliğe “mücahidlik” adını verenler, tuzakçıların ya kendileri ya da maşalarıdırlar. Usta matadorlara karşı, öfkeli boğaların durumuna düşülmemelidir. Gözünden darbelenmiş boksör için en akıllı yol, ringi terk etmektir. Kırık kol ile kavga edilmez. Serserilik, Müslümanların kaderi değildir. Serserileştirilen Müslümanlarla estirilen terörün, İslam’a ve Müslümanlara faturası gözler önündedir. Bir örneği Daiş, bir diğeri Feto’dur. Gör ve ibret al!
Kaybettirilen zaman Müslüman’ın zamanıdır. Tüketilen enerji Müslümanın enerjisidir. Yitirilen nesil Müslüman neslidir. Batıl ideolojilere, sapık inançlara, bataklık alanlara kurban edilenler hep bizim çocuklarımızdır. Sistemi çöktürülen, dünyası karartılan, kalp ve kafası alabora ettirilen kuşaklar hep bize aittir. O halde, biraz iman, biraz vicdan ve biraz izan taşıyanlar, nerede hata ettiklerini görmelidirler. Şiddetin anaforuna direnmelidirler; başta kendileri olmak üzere şiddete tevessül edenlere rah-ı necatı; İslam’ın “emniyet” ve “selamet” yüzünü göstermelidirler. Akıl, ilim, iman ve irfanın yolunu, yegâne “çıkış yolu” olarak sunmalıdırlar. Maddi-manevi istibdatlardan kurtuluşun yolu budur; emperyalizminin silahları değildir.
Bunları şunun için söylüyorum? Emniyet ve huzurun olmadığı yerde, hayat ve geleceğe dair endişeler tavan yapar. Güvensizlik had safhaya yükselir. Nifak ve ikiyüzlülük ahlak halini alır. Tabiatlar bozulur, ilişkiler yapmacık olur. Değer ve inançlar yerlerde sürünür. Haklılığın yerini güçlülük alır. Adalet terazisi bozulur, hukuklar payimal olur. Dayanak noktaları kırılır, umutlar berheva olur. Aklıselim ve istikametli düşünceler yok olur. İstikrar ve gelişme biter, yerini, anarşi ve yıkımlar alır. Ve sosyal dokuyu çürüten ve çökerten daha nice olumsuzluklar, nice tahribatlar... İşte demek istediğim budur; zira bu gemi batarsa, hepimiz boğulacağız!
Evet, boğulacağız; örneğini yaşamadık mı, yaşamıyor muyuz? Aha size Fethullahçı Terör Ordusu’nun(Feto) cinayet ve hıyanetleri! İnsanımızı, insanlığımızı, İslâmiyet’imizi bombalamadılar mı? Zanneder misiniz ki kastettikleri sadece insan ve mekânlardır? Hayır! Hayır! Onlar, insanlığa da, Müslümanlığa da tecavüz ettiler. Parçaladıkları, sadece cesetler değil, İslâm ve insanlıktır da. Yerlerde süründürdükleri, sadece yaralılar değil, bir ümmetin onur ve şerefidir de. Yıktıkları, sadece taştan, tuğladan binalar değil, İslam ve Müslümanlara bağlanılan umutlardı da. Baksanıza, şu “din görüntülü” Ebrehe ordusuna! Baksanıza şu “din adına” çağdaş “Ashab-ı Uhdud”a reva görülen mezalimlere! Baksanıza şu “din adına” icra edilen “Engizisyon”lara!”
Feto’nun en büyük cinayeti “İslam”a ve “Müslümanlara”dır. Müslümanları inanılmaz, güvenilmez kılan darbe, emperyalizmin yıllarca tezgâhlayıp pratize ettiği bir oyundur. El-Kaide, Daiş, Boko Haram ve Feto bu oyunun değişik versiyonlarıdır. Bütün bunlar, emperyalizmin İslamofobia projesini ete-kemiğe büründürdü. Bunların elleriyle uygulanan gayr-ı İslamî ve insanî cinayetler, tümden İslam’ın siciline kaydedilmekte; bunlarla İslam’ın imajı karalanmakta, Müslümanların ufku karartılmaktadır.
Feto’nun tasfiyesi, ülke ve insanlık tarihinde bir dönüm noktasıdır; bu tasfiye, başlı başına bir devrimdir. Başta Allah’ın kitabı olmak üzere, bu örgütün en çok istismar ettiği şahsiyetler, Hz. Peygamber(asm), Said-i Nursî, Alvar İmamı, Necip Fazıl Kısakürek, vb.leridir. Tamamı, bu Masonik örgütün mağdurudurlar. Tasfiye, tasaffiye vesile olmuştur. Kandan mikropların temizlenmesi, bedenden kanserli urun alınması, çevreden kirleticilerin toplanması, havanın zehirli partiküllerden arındırılması, kalbin masivadan, aklın ideolojilerden arındırılması ne ise, Feto’nun tasfiyesi de odur. Ümmete hayırlı olsun!
Ancak, şunu söylemeden de geçmemeliyim; bazen çürük diş yerine sağlam olanın alınması ya da ilaçlama ve arındırma işlemine girişirken, su ve topraktan faydalı minerallerin, bakterilerin imha edilmesi gibi yanlış uygulamaların toplum tabanında ciddi reaksiyonlara sebep olacağı muhakkaktır. Mağduriyet ve mahrumiyetlere sebep olmamak adına, “ince eleyip sık dokumak” ifadesi, özellikle bu süreçte daha bir önem arzetmektedir. Adalet ve hakkaniyet terazisinin hassasiyetle kullanılmasında fayda vardır; aksi takdirde “kantarın ucunu kaçırmak” gibi bir sorunla karşı karşıya kalınır ki, başta ruhunu Rahmana teslim eden şühedanın aziz hatıraları olmak üzere, darbenin acısıyla kıvranan yaralıların, gözü yaşlı ailelerin ve geriye kalan şanlı gazilerin emekleri ciddi darbe yiyecektir. Zinhar, bundan şaşılmasın!
Hak ve adaletin tesisi adına, zulme meydan verilmesin. Pusuda bekleyen ırkçı, ulusalcı ve jakoben Kemalistlerin ağız sularını akıtacak teşebbüsler, inançlı kesimin mazlumiyet ve mağduriyetini derinleştirebilir. Fedakârlık ve şehadetin şahikasında seyreden Müslümanları, Feto’yla irtibatlandırarak gammazlayan tetikçilerin oyununa gelinmemeli; yaş-kuru iç içe ateşe verilmemelidir. İkbal ve istikballeri uğruna her zaman güçlüden yana tavır alan parazit unsurların, münafık tiplerin gösterdikleri hedeflere dikkat edilmeli; zira hedef şaşırtma taktikleri bunların başat ve baskın özelliklerindendir. Dev niyetine değirmene saldırılmasın!
Unutmayalım, şimdiden ciddi mağduriyetler yaşanmakta; itirazlar yükselmektedir. Ve itirazların yöneltildiği adresi, ne yazık ki münafıklar(kriptolar) değil, hâlihazırdaki yönetimdir. Meydanlarda kazanılmış zafer, adaletle taçlandırılmalıdır. Adalet, dedikodu ve bühtanlara bina edilmez; hukukun ince eleğiyle sağlanır. Bizden uyarması!
İki ayet:
“Bir topluma olan kininiz, zinhar sizi adaletsizliğe sevk etmesin; adil olunuz!”(Maide, 8)
“Hiç bir günahkâr, başkasının günah yükünü çekmez.” (İsra, 15) Yani suçun şahsiliği esastır.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve İlke Haber'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.