• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • İstanbul 4 °C
  • Diyarbakır 18 °C
  • Ankara 18 °C
  • İzmir 15 °C
  • Berlin 4 °C

Tasfiye siyaseti

Nabi Yağcı

İyi şeyler oluyor gerçekten de, İmralı ile görüşmeler meyve veriyor da denebilir. Dünkü Taraf’ta Kurtuluş Tayiz’in, PKK’nin silâhlı güçlerini sınırdışına çekmeye başladığı haberini okuduk, Başbakan Erdoğan’ın medya temsilcilerine Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı konuşmada verdiği mesajlar da verimli görüşmelerin olduğunu düşündürüyor. Başbakan’ın “Türkiyelilik” vurgusuyla yaptığı konuşma meşhur 2005 Diyarbakır konuşmasını anımsattı.

Ama yine de geçmişte yaşananlar ihtiyatlı iyimserliği elden bırakmamak gerektiğini söylüyor bize. Taraf’ta cumartesi günkü Emre Uslu’nun yazısı da herkesi fazlasıyla dikkatli olmaya çağırıyordu. Tam da “iyi şeyler oluyor” dendiği ve görüşmelerin sürdüğü noktada hem siyasiler hem medya olarak karşılıklı hassasiyetlere dikkat vermek gitgide daha da önemli hale geliyor. Geçen yazımda başladığım bu konuya devam ediyorum.

Her tarihsel toplumun ya da “milletlerin” gelenekselleşmiş ya da “milli” denebilecek kaygı ve korkuları vardır. Örneğin, kazandıkları savaşı 1919 Versay Barış Antlaşması ile masa başında kaybeden Almanlarda “ihanete uğramışlık” duygusu, kaygı ve korkularının kaynağı olan bir “milli duygu” oldu ve Nazizm ve Hitleri besledi. Hatta tarihçiler İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasında bu duygunun önemli rol oynadığını söylerler. Türklerde ise Osmanlı’nın çöküşü ve dağılmasıyla başlayan “devletin bekası” kaygısı ve “bölünme” korkusu “milli korku” halini alarak bir toplumsal psikoloji oluşturdu ve vesayet rejimini ve askerî darbeleri geri planda besledi hep.

Kürtlere gelelim.

Kürtlerin asimilasyon kaygısının geleneksel kaygıları olduğunu söylemiştim. Kürt özgürlük hareketinin, PKK’nin tasfiye edileceği düşüncesi bugün güncel bir kaygı durumunda. Ancak güncelle sınırlı yeni bir kaygı değil bu, kökleri geçmişin derinliklerine uzanır, yani asimilasyon kaygısı gibi tarihseldir.

Bir parantez açmalıyım. Tarihi bilmek ötekini anlamak için zorunludur. Öteki gördüğünüzün tepkilerini doğru bulmayabilirsiniz ama reflekslerini doğuran nedenleri bilirseniz doğru bulmasanız bile ötekini anlarsınız. Anladığınızda belki de onun değil de sizin yanlış bir değerlendirme içinde olduğunuzu fark edersiniz. Zira yargılarımıza kaynaklık eden iki ayrı mantık veya düşünme tarzı vardır: Tarihsel mantık ve güncelle sınırlı mantık. Tarih bilgisi güncel mantığın bu perspektifsizliğini, sığlığını aşmamıza yardım eder.

Asimile edilme kaygısı ve tasfiye korkusu o toplumu ve hareketi ötekine karşı içine kapanmaya, güçlerini merkezileştirerek kendini korumaya, yani güçlerini kendi hakimiyet alanında konsolide etmeye yöneltir. Aynı nedenlerle her tür eleştiriye de kulaklarını kapatır. Bu durumu ve hassasiyetleri dikkate almayan eleştiriler haklı bile olsa duvara karşı konuşmak olur.

Kürt özgürlük hareketi bugün bir avuç önder kadronun hareketi olmaktan çıkarak lideriyle birlikte kitlesel bir halk desteği kazanmıştır. Artık bunu kimse reddedemez. PKK realitesi dediğimiz öncelikle bu yeni durumdur. Kürt halkının varlığını, kimliğini, kültürel haklarını savunma noktasında farklı düşünceleri ve eleştirileri olan Kürt çevreleri de birlikte davranma eğilimindedirler. Referandum sürecinde BDP ile STK’ların karşı karşıya gelmelerinin doğru olmadığını yazmıştım. Abdullah Öcalan’ın da son açıklamasında bu konuda kaygı belirttiğini, STK’ları dikkate almayı önerdiğini okudum.

STK’ları dışlamak da onları PKK-BDP dışında ayrı bir siyasi aktör olarak görmek de, ikisi de doğru değildir. Kürt hareketi içindeki farklılıkları PKK karşısında alternatif bir siyasi hareket potansiyeli olarak görmek gerçekçi bir yaklaşım olmaz bana göre. Kendi doğal seyri içinde değişen, farklılaşan değil de dış etkilerle parçalanmış bir PKK ise hem kendi içinden gerçek anlamda bir terör odağı doğurur, hem de Kürt meselemizin çözümünü imkânsızlaştırır. Aynı zamanda Kürt halkının yakaladığı tarihî fırsatı yitirmesine neden olur.

Bu uzun parantezi kapatıp Kürtlerin kaygı ve korkularına kaynaklık eden tarihe dönelim.

Devletin Kürtleri imha, inkâr, asimile ve tasfiye etme siyasetleri sanıldığının aksine cumhuriyet tarihinden de önceye gider. Bir yazımda bu siyasetlerin İttihat Terakki ve öncesine uzandığına işaret etmiş ama bu durumu daha çok Osmanlı’nın temel ekonomik yapısının bozulmasına bağlamıştım. Ekonomik nedenler önemli olmakla birlikte meselenin siyasi boyutu da çok önemli. Bu konu ise sanırım yeni araştırmalarla aydınlatılabilir.

Ancak şurası kesindir. Dün eşkıya, bugün onun modernleştirilmiş söylemiyle terörist denen Kürtler yalnızca baskı ve zulüm gördükleri için isyan etmiş değillerdir. Baskı ve zulüm gördükleri tarih önünde sabittir ama bu sonuçtur, neden ise başka?

İsyanların nedeni neydi gerçekten?

1514’te Amasya Antlaşması’yla resmen kazandıkları “özerklik” haklarının 1847’de zorla ellerinden alınmasıyla başlayan ve günümüze dek gelen, devletin “Kürt siyasi hareketlerini tasfiye etme” siyasetleridir temel neden.

Konuya devam edeceğim. 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89