• BIST 9305.07
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 15 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 21 °C
  • Berlin 3 °C

Tarihî karar/ tarihî tutuklama ve bir soru

Nabi Yağcı

Tarihî karar derken 12 Eylülcülerin yargılanmasıyla ilgili olan kararı, tarihî tutuklama derken Cumhuriyet tarihimizde bir ilk olan emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasını kastettim. İkisi de bir ilk ve çok önemli ilkler bunlar.

Uludere katliamı o denli ağır ki 12 Eylülcülerin yargılanması kararının kamuoyunca hakkıyla fark edilmesinin üstünü örttü.

Bu ülkede askerî müdahale ve askerî darbelerin bir gelenek olduğunu inkâr edebilecek kimse yoktur. Bu darbelerin destekçileri bile inkâr edemez. Cumhuriyet tarihimiz boyunca kaç kez genel oya dayalı seçimler yapıldı, bu seçimler sonucu kaç sivil hükümet kuruldu, bu sivil hükümetlerin kaçı eceliyle öldü, yani seçimle gelip seçimle gitti, kaçı askerî müdahale ve askerî darbeyle alaşağı edildi? Bu hesap içinden çıkılması zor bir matematik problemi sayılamaz, yalnızca sayı saymasını, toplama çıkarma yapmasını bilmek yeterli olur.

Konumuz 12 Eylül askerî darbesi olduğu için Cumhuriyet’in kuruluşundan 80’e kadar olan 60 yılı esas alırsak, bu 60 yıl içinde sandık yoluyla gelen hükümetler yalnızca iki kez sandık yoluyla gitmişlerdir: 1950 ve 1977 seçimleri dışında partilerin hükümetten gidişleri hep sandık dışı yollarla olmuştur. 1950’de CHP yerini DP’ye bırakmış, 1977’de AP+MSP+MHP+CGP koalisyon hükümeti sandık yoluyla yerini CHP’ye bırakmıştır. Yani ara seçimleri saymazsak 60 yılda 17 kez genel seçimler yapılmış ve ancak iki kez sandıkla gelen bir hükümet sandıkla gidebilmiş yani eceliyle ömrünü tamamlamış, diğerlerinde ise hep müdahale var. (Ayrıntılar için bkz. Taha Parla, Türkiye’nin Siyasi Rejimi)

Cumhuriyetimiz için ne gurur verici tablo!

Devlet vurgusu yapmamızı fazla bulanlara ithafımdır. Bu süre içinde yalnızca iki hükümet halkın oylarıyla değişmişse diğer zamanlarda hükmedenin, hegemonya tesis eden mekanizmanın adı neydi? Devlet... Devlet dayağı yemeye doymayan sivil-siyasilerimiz hep şöyle söylemezler mi: “Devlet bakidir, devlette süreklilik esastır.” Doğrudur süreklilik esastır, 12 Eylül sonrası da var elbette. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması ise sonrasıyla ilgili mevzudur; Sonrasıyla ilgilidir ama öncesinin devamı olan mevzu-süreçlerin bir sonucu olarak.

Anayasalar bir rejimin karakterinin kâğıda dökülmüş hâlidir. Kâğıda dökme işi yani hukuk yapma işi siyasi süreçlerin dolayımsız yansıması değildir. Kaba sınıf indirgemeci sol mantık bunu böyle görür ve hukuk mücadelesini önemsemez. Veya tersine, liberal zihniyetle bakan biri de hukuk mücadelesinin gerisindeki dinamik sosyal, sınıfsal çelişkileri gözardı eder, hukuku fetişleştirir.

Anayasa bir kez yapıldı mı artık inşa edilen hukuk belirli kısıtlar içinde bile olsa kendi sözünü söyler, hükmünü icra eder yani otonomi kazanır.
Bu durumun olumlu ifadesi hukuk devleti olmaktır, ama bir de öte yüz var.

27 Mayıs darbesiyle gelen 61 Anayasası askerî vesayeti daha tam söyleyelim askerî-bürokratik vesayeti anayasallaştıran ilk belgedir. İkili bir sistem kurmuştur. Bir yandan kısmi liberal haklar getirmiş ama bunları solidarist-korparatist katı merkezci bir devlet yapısı içine yerleştirmiştir. Siyasi konjonktüre göre kâh bir taraf kâh öbür taraf kalınlaşmış, ama esas olarak ikinci taraf yani askerî-bürokratik korparatizm, otoritarizm kalınlaştırılmıştır.

Bu nedenle Ergenekon davasında yargılananların “Biz devleti savunduk, devlet görevi yaptık” türünden savunmaları tümüyle dayanaksız savunmalar sayılamaz. Hiç kuşkusuz meselenin iki boyutu var. Birincisi, hemen her demokrasi de sivil bir yönetime karşı komplodan darbe planlamalarına kadar demokratik olmayan biçimler altında işlenen fiiller suçtur. Şu anda isnat edilen suçlamaların temeli de bu. Kanıtlara göre yargı sanıkların suçlu olup olmadıklarına karar verecek.

Ama bir de meselenin ikinci boyutu var.

Bu ise meselenin siyasi/hukuki boyutudur. Anayasanızda ve diğer yasal mevzuatta askere hem geniş bir yetki alanı açıyorsunuz, hem askeri denetleme mekanizmalarını, örneğin Sayıştay denetimini köreltiyorsunuz, hem de kendine tanınan bu geniş yetki alanında hareket eden askerden hesap soruyorsunuz? Sürmekte olan Ergenekon davalarının ve Genelkurmay başkanını yargılayacak hukuk sürecinin zemini bu nedenle zayıftır. Davaların bir sürünceme içine girmesinin belki de önemli nedeni budur.

Kısmi Anayasa değişikliği referandumunun, 12 Eylülcülere, Genelkurmay başkanına “dokunmanın” yasal dayanaklarını hazırlaması açısından önemini şimdi çok daha açık görebiliyoruz. Ama “yetmez”i de çok açık görebiliriz. Askerî, yalnız askerî değil bürokratik vesayet rejiminin de Anayasal dayanaklarını ortadan kaldıracak bir yeni anayasa yapamazsak bu davalar beklenildiği biçimde sonuçlanabilir mi acaba?

Bu tarihî ilklere elbette seviniyorum ama yoğurdu üfleyerek yemeyi de kendime tavsiye ediyorum.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89