Marsilya'dayım.
Bu şehre en son 2005'te gelmiştim.
Aradan tam 9 yıl geçmiş. Hrant (Dink) ve Etyen'le (Mahçupyan) birlikte bu göçmen diyarında iki gün geçirmiş, Ermeni cemaatiyle temaslarda bulunmuştuk.
Hrant'ın yıllar sonra pasaportuna kavuştuğu ve Ermeni diyasporasıyla konuşmaya, Türkiye'deki Ermenileri, bir başka Ermeni hassasiyetini anlatmaya çalıştığı, çok parçalı Ermeni siyasi alanı üzerinde hareket ederek, çoşkulu ve içe dönük politika yaptığı günlerdi.
Marsilyalı Ermenileri nasıl da kızdırmıştı konuşurken, meydan okumuş, elleriyle masayı dövmüş, öfke ve nefreti yere vurmuş, sorunların demokrasi, diyalog ve toplumsal çabayla çözülebileceğini anlatmıştı.
O yıl, İstanbul'da '19. Yüzyıl'da Osmanlı'da Ermeniler' sempozyumu yapılmış ve cin şişeden başka anlamda da çıkmıştı.
Türk akademisyenleri ve aydınları ilk kez böylesine açık, cesur ve iddialı biçimde Osmanlı'nın gayri müslim topluluklarından birisini, 1915'i konuşuyorlardı.
Bu sempozyum tartışma devrini açmıştı. Gazetelerde, televizyonlarda, kitaplarda, panellerde 1915, 19. yüzyılın insan toplulukları, öyküleri eski bir sandıktan saçılan gizler gibi ortaya çıkmaya başlamıştı.
2008'de 30.000 kişinin imzaladığı özür kampanyası bu koşulların ürünüydü.
Bir yandan Türk kimliğinin arınması ve yeniden yapılanması yaşanıyor, öte yandan Ermenilere karşı bir tarih, vicdan ve hakikat borcu eda ediliyordu.
Aslında toplumsal siyaseti kuşatıyordu.
Ermenistan ile protokoller imzalanıyor, Türkiye-Ermenistan milli maçı bir diploması gösterisine dönüşüyordu...
Madalyonun elbet öte yüzü vardı.
Adalet Bakanı'nın meclis kürsüsünden 2005 sempozyumunu düzenleyenlere yönelttiği 'arkamızdan hançerleniyoruz' sözlerine, sempozyumu yasaklayan mahkeme kararına, Kerinçsizlerin ilk piyasaya çıkışına, ulusalcı meydan okumalara yine o günler tanıklık yapmıştı.
2007 Ocak ayında Hrant'ı vurdular.
Tarihin garip cilvesi... Başbakanlık sitesinden yayınlanan, başbakan Tayyip Erdoğan imzalı 24 Nisan 'taziye mesajı'nı Marsilya'da okudum.
Aklıma bunlar geldi.
Keşke dedim o satırları Hrant da okuyabilseydi...
Çünkü bu onun da eseri, özellikle onun eseri...
Bir tabu yıkıldı, bir sayfa açıldı...
Başbakanın taziye mesajında soykırım sözü yok, özür de yok.
Ancak kuvvetli bir farkındalık duygusu var, kuvvetli bir sahiplenme var, kuvvetli bir iradenin işaretleri var...
Taziye mesajında şu dört paragrafın altını özellikle çizmek gerekir:
'Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat sunmaktadır...'
'Ermenilerin o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir...'
'1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir...'
'20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz...'
Her biri bir ilk...
İlk kez 24 Nisan Türk düşmanlığı günü olarak anılmıyor..
İlk kez Ermenilerin ölümleri ve acıları dile getiriliyor.
İlk kez 1915 olaylarına soykırımdan katliama uzanan farklı merceklerle bakmanın doğallığı dile getiriliyor...
İlk kez başsağlığı dileniyor...
Ermeni soykırımının 99. yılı tarihi bir yıl oldu.
Kimileri ön açtı, kimileri açılan yolda toplumsal alıştırma yaptı, siyaseti yönlendirdi...
Bu taziye özlenen Türkiye'ye işaret ediyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.