Kürtler ile barış, Kürtlerin özgürleşmesi yolunda çok önemli bir adım atıldı. Bu yolun uzun ve engebeli olduğu doğrudur, ama yine de çok önemli bir eşik atlanmış oldu. Her şeyden önce, tüm Türkiye, Öcalan’ın çağrısıyla bütün gözleri kendisine çeviren Diyarbakır Newroz’u dolayısı ile Kürt meselesi gerçeğini belki ilk kez bu derece yakından gördü. Bu noktadan sonra, bu yönde inkarcılık kolayca mümkün olmayacak. Tüm Türkiye, terör meselesi olarak tanımlananın nasıl bir toplumsal gerçek olduğunu, kısa bir süre önce ‘terörist başı’ diye tanımladığı Öcalan’ın Kürtlerin kahramanı olduğunu tüm televizyonlardan izledi. Bu eşikten geri adım atmak mümkün olmayacak. Baştan yadırgayanlar çıksa bile, toplumsal barışın kurulması açısından bu tablo fevkalade önemlidir.
Dahası, Öcalan’ın Kürtlerin mücadelesinde silahlı dönemin kapandığını ilan etmesi, daha fazla canın yitirilmesinin son bulması demektir. Böyle bir çağrının yapılabilmesi Kürt siyaseti ile iktidar arasında ciddi bir mutabakatın sağlanmış olduğunu gösteriyor. Bu mutabakatın ‘selameti’ bu ülkede yaşayan herkesin önemsemesi gereken bir olaydır. Hiçbir şey kanın durmasından daha önemli olamaz. O açıdan bu Newroz sevinçli bir dönüm noktası olarak görülmelidir diye düşünüyorum. O halde, bu noktayı ileriye taşımak için çaba ve özen göstermek bu ülkede yaşayan hepimizin göz önünde bulundurulması gereken bir sorumluluktur.
Ancak bu sorumluluğu hakkıyla taşıyabilmek için Öcalan’ın çağrısı çerçevesinde belirlenen Kürt siyasetinin seyrinde, barış süreci ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin zaman zaman ‘yollarının ayrılabileceği’ gerçeğinin hazmedilmesi gerekecek gibi görünüyor. Her şeyden önce Öcalan’ın çağrısı, medeniyet perspektifini merkeze alıyor, Türk-Kürt barışını ortak medeniyet geçmişi ve ortak yükseliş geleceği fikri temeline oturtuyor. Öcalan, Türkler ve Kürtlerden “Ortadoğu’nun iki temel stratejik unsuru” olarak söz ediyor. Bu yaklaşım benim ‘Türk-Kürt megalo-ideası’ dediğim bakış açısını yansıtıyor diye düşünüyorum. Bu fikir, daha önceleri seslendirilen, ‘iki kurucu unsur’ tezinin Ortadoğu ölçeğinde büyütülmüş ve iktidar partisinin bölgesel siyasi perspektifine parallelik arzeden güncellenmiş hali gibi görünüyor. Bu çerçeve, Türkiye’ye topyekun gelişmiş bir demokrasi vadedemez. Bu konuyu tartışmak için çok zamanımız olacak.
Ancak bu tür tartışmalar girmeden önce dikkate almamız gereken önemli bir husus var; Kürt siyasi hareketi, bugüne gelene kadar çok büyük bedeller ödedi ve unutmayalım ki bu bedelleri yalnız başına ödedi. Bugün ulaştığı noktada ‘tarihsel bir fırsat’ olarak gördüğü kazanımları elinin tersi ile itmesini beklemek, talep etmek yakışıksız ve hakkaniyetsiz olur. Bu açıdan, hiç birimizin bu mücadelenin taşıyıcılarına ‘demokrasiye barışı feda ettiniz’ sitemi etme hakkımız yoktur. Umarız barış demokrasisiz olmaz, ama öyle olması mümkündür ve o yöndeki işaretler güçlenmiştir. Barış ve demokrasiden birini tercih zorunda kalmamak en iyisi, ama o olmazsa barış da olmasın diyemeyiz. Öylesi bir barış ne kadar mümkündür veya bu nasıl bir imkandır, orasını süreç içinde izleyeceğiz. Unutmayalım ki, bu ülkede siyasetin sivilleşmesi, katı laikçi hegemonyanın yıkılması da demokratikleşme olmadan gerçekleşti. Bugün, böylesi bir sürecin sorunlarını sonuçlarını tartışıyoruz ama, tüm yaşadığımız olumsuzluklara rağmen, demokrasiden bahseden birinin ‘herşey eskisi devam etseydi’ demesi mümkün değildir.
O nedenle yolun başından, (Kürtlerin özgürleşme sürecini tartışmak doğal olmakla birlikte) bu sürece burun kıvırmak, ‘olmazlanmak’, en azından benim açımdan, kabul edilebilir değil. Demokratikleşme mücadelesinin, Kürtlerin mücadelesinin üzerine yük olmak yerine, yeri geldiğinde onunla dayanışarak, yeri geldiğinde yalnız kalmayı göze alarak sürdürülecek bir şey olduğunu bilmek zorundayız. Newroz piroz be!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.