Cemil Çiçek hazırlanması “mutasavver” yeni anayasamız hakkında konuşmuş ve “Anayasa vücudumuza uygun olmalı” demiş.
“Anayasa” lafı edilir edilmez bundan bir “elbise” metaforu çerçevesinde söz etmek, muhtemelen çok eskilere uzanan bir alışkanlıktır, çünkü oldukça kolay bir çağrışıma dayanıyor. Ama benim “hatırlama” sınırlarım içinde bunu yangınlaştıran, Kenan Evren oldu. 1961 Anayasası’ndan söz ederken “bol gelme” deyimini bol bol kullandı. Bir de “delme/ deldirme” edebiyatı başlattığını hatırlıyorum. Bizde medya böyle klişeleştirmeye yatkın deyimlere bayıldığı için metafor hemen tuttu, yangınlaştırıldı, işte hâlâ kullanılıyor.
Anayasa, üstümüze giyeceğimiz bir şey. “Yapma”mız sözkonusu olduğuna göre, herhalde “hazır giyim” değil, terziye yaptırılacak bir şey.
Cemil Çiçek de klişenin bütün imkânlarını kullanarak 1961 Anayasası’nın bol geldiğini, 1982 Anayasası’nın ise dar geldiğini belirtmiş. Eh, bu durumda, bize “tam gelecek” bir elbise, pardon, anayasa gerek; akl-ı selim bunu gösteriyor.
“Teşbihte hata olmaz” diye bir laf vardır, ne anlama geldiğini bir türlü anlayamadım. Hani, “teşbih değil mi, uydur uydur söyle” mi demek istiyor, yoksa tersine, “benzetme yapacaksan sahiden benzet” mi diyor? Herhalde birincisi. “Alt tarafı ‘teşbih’ yapmış, fazla ciddiye alma” demeye getiriyor. Getiriyor olabilir, ama böyle klişeler, tekrarlana tekrarlana, bizim düşünme biçimimizi de yönlendirmeye, biçimlendirmeye başlıyorlar. Yani şimdi bizim vücudumuz, toplumun kendisi oldu. Bu vücut, yani toplum, üstüne giydiği şeyden bir nedenle rahatsız, bir başkasını istiyor. Böyle bakınca, o “vücut” mutlaklaşmaya başlıyor. Amaç, onu giydirmek, onu rahatlatmak. Terzi gelecek, ölçü olacak, falan filan.
Ama biz aslında elbise diktirmekten değil, siyaset âleminin anayasalar konusundan söz ediyoruz. “Demokratik” anayasalar var, olmayanları var, bunları ayırdetmenin ölçüleri kuralları var. Bu çerçevede, biz kendimizi demokratik bir anayasaya uyduracak bazı değişimlerden geçmeyi göze alıyor muyuz? Buna hazır ya da buna razı mıyız?
Gene aynı metafordan gidecek olursak, “rejim yapmak” falan gibi benzemelere başvurmak gerekecek, bu dediğimi anlatmak için. “Ben kendim ‘deforme’ miyim, değil miyim” diye sorulacak, öyle ise düzelmek için tedbir alınacak. Ama sonunda benzetiye, metafora gerek yok. Bu iş bir giyim kuşam konusu değil.
“Vücudumuza uygun” diyerek başladık mı lafa, iki dakika sonra, “bize göre demokrasi”ye geliriz. Ama zaten yıllardan beri oradayız, orada olduğumuz için de bunun demokrasiye benzer bir hali yok. “Biz bize benzeriz” lafının öbür türlü söylenişi, “biz hiçbir şeye benzemeyiz”.
Biyolojik benzetmeden gideceksek, bedenin almış olduğu biçim (doğuştan veya sonradan) büyük ölçüde “kader” gibi bir şeydir. Orada bile, “obesite” ile mücadele falan yapılıyor ama adam kamburdur, sakattır, şudur budur, o zaman elbisesi de buna göre yapılır. Ama “toplum” böyle değildir. Örneğin bir toplumun “askerî vesayet” denen çeşitten bir “kambur”u varsa, o kamburdan kurtulmanın yolları da vardır. Kurtulmanın yollarını denemeden, “Ey terzi, bana şu kamburumu mümkün mertebe gözden gizleyecek bir elbise biç” demek, tavsiye edilir bir şey değil.
Bu elbise metaforu ise, işte tam bu “defo gizleme” işlemini vicdan sızısı çekmeden yapmak için icat edilmiş bir şey.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.