İyi haber geldi nihayet.
İki bardak demli çay iyi gider diye düşündük kadim dostum Vatoz’la.
En koyusundan yeşil masa örtüleri bulunan mahalle kahvemize oturduk sabahın bir vakti.
Odun ekmek fırınından yeni çıkmış poğaçalar masanın başköşesinde.
En şahanesi, bu kez lokmalar boğazda takılmıyor.
İkinci çaylar esnasında “ne oldu peki şimdi” dedi Vatoz.
Ne olacak, hep birlikte kaybettiğimiz bir saçmalıktan böylece daha az kaybederek çıktığımız için sevinmeye çalışıyoruz diye karşılık verdim.
Vatoz benim cevabımı sindirmeye çabalarken kendi kendime düşündüm, ne oldu peki hakikaten şimdi?
67 gündür yaşanan ıstırap, insanların hayatlarıyla oynanan kumar, hakarete varan üslûpla yapılan açıklamalar, yazılıp çizilenler...
Ve sonra Abdullah Öcalan “bitsin” dedi ve her şey bitti, öyle mi?
Siyasetin inisiyatif alamadığı, memleketin en güçlü adamının “kuzu şiş - rejim” muhabbeti yaptığı onarılmaz hasarlar bırakan bir kriz Abdullah Öcalan sayesinde mi bitti?
Yani memleketin en âkil, en soğukkanlı, en insancıl, en mantıklı düşünen adamı senelerdir bir adadaki yüksek güvenlikli cezaevinde tek başına yaşayan Öcalan mı?
Bu mudur yani “ne oldu” sorusunun cevabı?
Tıpkı Ankara’nın “iyi haber alan kaynakları” misali mahalle kahvelerinde de sözkonusu siyaset olunca “iyi geyik yapan kaynaklar” vardır.
Onlardan biri sabah sabah bütün hevesiyle sandalyesini yanımıza kaydırdı.
Aslında tanıdığımız kadarıyla sadece emekli bir memurdu ama öyle kendinden emin bir edayla konuşuyordu ki, rahatlıkla İmralı’daki görüşmelerden yeni dönen MİT yöneticisi sanabilirdiniz.
“Devlet Apo’yla anlaştı” dedi ağır ağır konuşarak.
“Hayırlı olsun” deyip çaylarımızı tokuşturduk biz de.
Ancak ne bu hareketimiz, ne de müstehzi yüz ifadelerimiz fayda etti.
Devam etti: “Bu kez her konuda anlaştılar. Açlık grevlerini bitirmesi için Apo’nun mesaj yollamasına izin verdiler sonra da. Yoksa onun krizi çözen adam olmasına göz yumarlar mıydı hiç?”
Geyik muhabbeti tehlikeli bir şey, kısa müddet içinde adamı sarabiliyor, hele çay da güzel olunca.
Muhabbete girmiş ve sormuş bulunduk, “Ama neticede Öcalan şu anda krizi çözen adam oldu, herkes öyle düşünmeyecek mi?”
Havaya soktuk ve sıkı bir analiz attırmasını hak ettik böylece tabii.
Biraz sustuktan sonra şöyle dedi: “Her şey taktik icabı. Şimdilik hükümet şantajla geri adım atmamış gibi görünmek için Öcalan’ı ön plana çıkararak bu krizi çözdü. Yakında çok önemli gelişmeler olacak. Ve hükümetin hem bu krizi hem de Kürt sorununu çözmek için yaptıkları bütün ayrıntısıyla basına sızacak. İşte o zaman roller değişecek ve bütün puanları Erdoğan toplayacak.”
Kürt sorununun kahve falına baktırıp söylenenlere inanmakla inanmamak arasında tereddüt eder bir ruh hâliyle öylece dinliyorduk karşımızdaki elemanı.
Sonra nasılsa kendimize geldik.
Tamamdı, bu kadarı yeterdi artık.
Ekleyecek bir şeyiniz yoksa bize ayrılan sürenin sonuna geldik kıvamında yerimizden kıpraştık.
Biz kalkarken yineledi: “Göreceksiniz, yarından sonra gazetelerde yazılacaklara iyi bakın, her şey taktik icabı...”
Mekândan çıkıp sessizce dağıldık.
Yazıya otururken düşündüm de, AKP hükümeti yeni bir proje geliştirip, medyadaki köşelerden sonra kahve köşelerini de ele geçirmeye mi karar verdi acaba?
Düşünsenize, kritik süreçlerden sonra karışık kafalar için her kahvede hükümetin meramını anlatan bir eleman!
Dur bakalım, yarından itibaren kraldan çok kralcı basının ne yazdığını pür dikkat izleyeceğim.
Bakalım, her şey aslında nasıl bir taktik icabıymış?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.