Arbede başladı. Vali, Belediye Başkanı masaya dizilip “iyi niyetli” çevrecileri kandıran “provokatörler”den dem vurdular. Onların varlığını biliyoruz. Türkiye’nin ancien régime’inin devamı için (ve yalnız onun için) önlerine çıkacak her fırsatı sonuna kadar kullanmak üzere her fırsatı kullanacaklarından hiç şüphemiz yok. Ama, efendiler, hiçbir provokatör bu toplumu germekte sizler kadar başarılı olamaz.
İnandırıcı değilsiniz. Şu “Taksim projesi” başladı başlayalı, uyguladığınız programa en uygun düşecek ad “yangından mal kaçırma projesi” olabilir. Dün gene “kaldırım düzenlemesi”nden söz ediyorsunuz. Ortasında üç buçuk cılız çalı olan kışla maketini yapan ben miyim, biz miyiz? Bu arbede ortamında olayı biraz daha yumuşatma eğiliminde olanlar, maalesef, bu “saptırma” işinde daha etkin oluyorlar. Herhangi bir yumuşatma kaygısı olduğunu sanmadığım Başbakan ise açık açık söylüyor: “Kışla yapacağız ama tabii bu zamanda o bina kışla olmaz, alışveriş merkezi olacak” diyor. Ama sonra Belediye Başkanı ya da falanca bakan çıkıp “AVM yapılmayacak” diye demeç veriyor. Kime, hanginize inanacağız? Aslında bu soru muhtemelen yersiz, çünkü şimdiye kadar kimin sözünün yerine geldiğinin yeterince örneğini gördük. Zaten “yapılmayacak” diyenler de, yarın öbür gün büsbütün yalancı çıkarmak için olsa gerek, “Bu, bugünün işi değil. Onu sonra konuşuruz...” yollu laflarla, bir “şimdilik” hesabı açıyorlar. İyi de, bunun seçilen taktik olmadığına niçin inanalım? “Onun kararı daha verilmedi... Gereğinde o kurulun kararı da değişir... Biz şimdilik kaldırım genişletiyoruz” gibi müphem beyanatlarla, bir “ürkütmeden gitme” taktiğinin seçildiği, daha doğrusu böyle bir taktikle mesafe almayı tercih edenlerin varolduğu anlaşılıyor. Ama Başbakan bunu seçenlerin arasında değil. Onun ilerlemek için hangi yöntemi seçtiği sorusunun cevabını sanırım şu birkaç günden beri polisler verdi.
Konunun ortaya çıkmasından beri (ve bence konu, “konu” olarak ortaya çıkmadan önce de vardı ilgili zevatın zihninde) “projeyi halktan saklama” çabası ve kararlılığı egemen. Yaşadığımız dünyanın yaşadığımız çağında kent sorunları, kentin bugünü ve geleceğiyle ilgili projeler, özellikle ve öncelikle de, kentin estetiğiyle ilgili konular, mümkün olan en geniş çerçeve içinde tartışılarak karara bağlanmalıdır. Bu yapılmadı, bundan öcü görmüş gibi kaçıldı. Bugün hâlâ, “Daha o karara zaman var” türünden oyalama taktikleriyle olayın üzerindeki esrar perdesi korunuyor. Nedir projeniz? Her İstanbullunun hayatının bir kısmını mutlaka geçirdiği Taksim (bütün Tünel- Harbiye) ekseni hakkında hiç kimseye bir şey danışmadan (kendi “yeminli danışman”larınızdan başka) kararlar verme ve şu üslûpla uygulama yetkisini kimden, nereden alıyorsunuz? Size verilen oyun bu yetkiyi de verdiğine inanıyorsanız, demokrasinin “d”sini anlamamışsınız demektir. Ama galiba sorun anlamamak değil, önem vermemek.
Şimdiye kadar AKP’nin her yaptığına “kafadan” karşı çıkmış kesimler var. Öylelerini Taksim konusunda veya Anayasa konusunda ikna etme çabasının “abesle iştigal” demek olduğunu ben de biliyorum. Ama yaptığınız işleri çeşitli düzeylerde eleştiriyle karşılayan herkesi aynı sepete atma telâşı, o “herkes”ten önce AKP’nin zararına olacaktır, oluyor da.
“Benim takım/ senin takım” diye, absürd gelenekleşmiş kalıplardan çıkmanın, sorunları akıl ve mantık ve bilgi ve popüler talep temeli üzerinde, konsensusa dayalı anlaşmalarla çözmenin yolları bu toplumda da vardır. Fazla denenmiş olmasa da, olduğuna inanıyorum. Bunları artık genel yöntem haline getirecek olgunlaşma düzeyine en fazla yaklaştığımız bir konjonktürde, birtakım kişisel inatlaşmalarla, bu fırsatı göz göre göre heba ediyorsunuz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.