Uzun zamandır, Risale-i Nur’da yapılan tahrifatları gündemime almadım; almak da istemedim. “Diyanet”in devreye girmesi ve her seferinde, “orijinallerine sadık kalınacak” sözünü dillendirmesi, beni umutlandırmıştı. Onun için, “beklemeliyim, görmeliyim” ihtiyatıyla, tahrifat konusunu kenarda tuttum. –Tek elden de olsa– “sahih bir Külliyat” adına, Diyanet’in çıkışını manen alkışladım. Ancak sonuç, tam bir hüsran. Zira gördük ki, aday yayınevi, tıpkı ötekiler gibi, “tahrifat”ta ayak diretmektedir. “Uydum kalabalığa” dercesine, selef neşriyatların çizgisinden ödün vermemektedir.
Aday yayınevinin Nurlardan bastığı ilk eser “İşaratü’l-İ’caz”dır. Bu yazımda, İşaratü’l-İ’caz’da yapılan 3 önemli tahrifata dikkat çekeceğim. Müteakip kitaplardaki tahrifatları ise, yeri ve zamanı geldikçe, masaya yatıracağım, inşaallah. Ancak şunu söylemeliyim; Diyanet’in bu işi sürdüreceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü Üstad’ın Kemalist tandanslı resmî paradigmaya aykırı düşen o kadar beyanatları var ki, bunlara “tahammül” etmesi ve “evet” demesi mümkün değildir. Özellikle de mektup ve müdafaalarındaki beyanatlarına... Her ne ise, biz geçelim mevzumuza.
Diyanet’in bastırdığı İşaratü’l-İ’caz’daki “Önsüz”, –uzun olmakla birlikte– bu çalışma için gereklidir. Sayfa kenarlarındak “atıflar”, akademik bir çalışmadır; makuldür. “Münafıklar Bahsi”, aslına ait olduğu için, iadesi takdire şayandır. Kitaba dahledilen “Unsuru’l-Belağat” mebhası, “tanzim” gibi görülse de, bir tasarruftur, aslında olmayan bir fazlalıktır; yerinde, yani “Muhakemat”ta kalmalıydı. Arapçasının ilavesi ise, aynı kabildendir; müstakil neşri daha uygundur. Çünkü müellif de, “İnşâallah Arabî tefsir, bu tercümenin âhirinde –bir mâni' olmazsa– neşredilecek; tercümedeki noksanlarını izale edecek(tir)” ifadesiyle, bu müstakilliğe dikkat çekmiştir. Bütün bunlara müsamaha edilse bile, aşağıdaki örnek tasarruflar kabullenilemez; “masumane”likle yorumlanamaz.
Evet, tahrifat kabilinden tasarruflar, kabullenemez; onaylanamaz. Zira Müellife saygısızlık, okuyuculara ihanettir. Müellifin beyan ettiği bir hakikati, tersine çevirecek bir müdahale, okuyucuların beyin ve bilinçleri üzerinde uygulanan sinsice bir operasyondur. İyi niyetle izahı mümkün olmayan bu operasyonun, “orijinallerine sadık kalınacak” vaadiyle de telif edilir yanı yoktur; olamaz da. Hele de, içinde Muhsin Demirel, Ümit Şimşek, Muhammed Özdemir gibi Nurcuların bulunduğu bir heyetin nezaretinde...
TAHRİFAT-1
Abdülmecid Nursî’nin tercüme edip kendi eliyle yazdığı ve Üstad’ın da tashih ettiği “İşaratü’l-İ’caz” nüshasının 22’nci sayfasında geçen, “Vehim ve hevâ-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tâbi olarak nifaka düşen Nasârâdır" cümlesine, Diyanet’in baskısında, “bir kısım” ifadesi ilave edilerek, şöyle bir değişikliğe gidilmiştir: “Vehim ve hevâ-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tâbi olarak nifaka düşen bir kısım Nasârâdır" Şimdi, “bir kısım”ın ilavesiyle, “Nasara” ekseriyetinin “nifak”tan nasıl tahlis edildiğini fark ettiniz mi? Yani bir çeşit vaftizleme... (Belgeler aşağıdadır)
Bir de Arapçasına (Diyanet’in kendi baskısı) ve tashihli el yazma Arabî nüshasına bakalım:
Altı çizili kısmın Türkçesi:
“Ammâ ﻭﻻﺍﻟﻀﺎﻟﻳﻦ den murad ise: Vehim ve hevâ-yı nefsin akıl ve vicdan üzerine galip gelmesiyle, yoldan sapan ve bâtıl bir itikadla nifâka düşen kimselerdir. Hıristiyanların safsatası gibi.” Yani, görüldüğü gibi, Arapçasında da “bir kısım” ifadesi yoktur. Hâlbuki bu “bir kısım” ifadesi olsa olsa, Müslümanlar için geçerli olabilir ki, gerisi, hiç bir tefsirin lisanında mevcut olmayan bir garabettir. Hakeza, Abdülkadir Badıllı’nın tercümesinde de(bkz. s. 62) “bir kısım” fazlalığı yoktur.
Peki, sormalı değil mi: Eserin Müellifi’ne rağmen yapılan bu tahrifatı, hangi hak ve salahiyetle yapıyorsunuz? Hâlbuki hep şunu duyardık: “Diyanet’in Kütüphanesinde, Üstad’ın Ahmed Hamdi merhuma gönderdiği tashihli Külliyat vardır; Diyanet, bu Külliyat’ı esas alacak.” Heyhat! Karşımıza çıkan yeni Külliyat, meğerse eskilerin sadece bir tekrarıymış. Dağ, fare doğurdu...
TAHRİFAT-2
Yine Abdülmecid Nursî’nin tercüme ve elyazması olan “İşaratü’l-İ’caz”ın tashihli nüshasının 57’nci sayfasındaki, “ ﻭﺑﺎﺍﻻﺧﺮﺓ kelimesi, Ehl-i Kitabın iman ettikleri ahiret, hakiki bir ahiret olmadığına ta’rizdir” cümlesi, Diyanet’in baskısında, “ﻭﺑﺎﺍﻻﺧﺮﺓ kelimesi, bazı Ehl-i Kitabın iman ettikleri ahiret, hakiki bir ahiret olmadığına ta’rizdir” şeklinde değiştirilmiştir. (Belgeler aşağıdadır)
Belgelerde görüldüğü şekliyle, Diyanet’in bastırdığı İşaratü’l-İ’caz’ın altı çizili sayfasında “bazı ehl-i kitabın” ifadesindeki “bazı” orijinalinde yoktur; ilave edilmiştir. Bu ilave de, yine vaftizciliğin bir çeşidi olup ehl-i kitabın büyük ekseriyetini “hakiki ahiret inancının müminleri” yapmışlardır. Şimdi sormak hakkımız değil midir: Müellifin zikretmediği bir kelimeyi, cümle arasına sokuşturmakla, tefsirini çarpıtmaya ne hakkınız vardır? Bundan daha büyük saygısızlık olabilir mi? Hani ya, aslına sadık kalacaktınız? Bu mudur sadakat, bu mudur tedkikat?
Şimdi de, Arapçasına (Diyanet’in kendi baskısı) ve tashihli el yazma nüshasına bakalım:
Abdülkadir Badıllı’nın tercümesinde de “bir kısım” fazlalığı yoktur.(bkz. s. 123)
Evet, bazıları, Üstad’ın ifadelerine kasıtlı ve misyonerce operasyonlarda bulunmuşlardır. İlave, çıkarma ve değiştirmeler üzerinden anlam ve algı bozgunculuğu yapmaktadırlar. Zira Üstad’ın ehl-i kitap hakkında biçtiği elbiseyi yırtıp Hıristiyanları temize çıkartan bu yeni imaj teşebbüsü, başka şekilde açıklanamaz. (Vehhabileri menun etmek adına Mektubat’tan çıkartılan “Vahhabiler Bahsi” de aynı niyetin bir tezahürü). “Amerikancılık” iptilasının, Hıristiyanları aklamak şeklindeki bu teşebbüsü, kim bilir daha nice tefsirleri kirletmiştir. İşte tahrifatçılığın kelime ve satırlar arasında dolaşan ruh-u habisi...
TAHRİFAT-3
Merhum Hüsrev Ağabey’in kendi el yazısı ile yazılmış ve yine Merhum Abdülmecid Nursî’nin tercümesi olan İşaratü’l-İ’caz’ın 257’nci sayfasında geçen “Ve keza, celb ilmine agâh bir vezirinin, Hazret-i Süleyman’a: ‘Gözünü açıp yumuncaya kadar Belkıs’ın tahtını getiririm...” cümlesi, Diyanet’in baskısında (güya ki yeni tanziminde) “Bir ifritin Hazret-i Süleyman’a: ‘Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm...” dönüştürülmüştür. “Celb ilmine agâh bir vezir” nerede, “Bir ifrit” nerede?!... (Belgeler aşağıdadır)
Yine, Arapçalarına (Diyanet’in kendi baskısı) ile tashihli el yazma nüshasına bakalım:
“Bir ifrit” ifadesi, merhum Abdülkadir Badıllı’nın tercümesinde de geçmez.(bkz. s. 482-483)
Bunu teyid eden bir izah da “Sözler”dedir. Sayfa 311’de, aynı ayete işaretle, “Hem meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'a taht-ı Belkîs'i yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: "Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim" olan hâdise-i hârika...” denilmektedir. Peki, sormalı değil mi: “Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb” nasıl oldu da “bir ifrit” dönüştü. Kitabın Arapça orijinaline ve tashihli Osmanlıca nüshalarına ters ve ilgisiz bir ifadeyle, yani esatiri bir iddiayla tahrifçiliğe girişmeye ne hakkınız vardır? Bu mudur asla sadakat? Bu mudur Arapça’ya vukufiyet? Bu mudur kitabın sıhhatine dikkat? Ve bu mudur ince tadkikat?
TAHRİFATÇILIĞIN ZEYLİ:
Diyanet baskısının 43’üncü sayfasında(Önsöz) geçen ve yine bir kelimenin orijinaline kasteden bir başka tasarruf da niyetin iyi işlemediğine delalet eder. Sözde Kemalizm’i ve onun beslemesi olan milliyetçiliği reddedenlerin, pratikte nasıl da o tuzağa düştüğüne, o barikata takıldığına delalet eden bu tasarruf, “Kürdistan” kelimesine olan tahammülsüzlüktür. İlginç olanı ise, yıllarca Nurları okuyan 3 komisyon üyesinin denetiminde bu tahrifatın yapılmasıdır... Gerçi Ümit Şimşek’in çevirisi olan Mesnenei-i Nuriye’de de bu tahammülsüzlük okunmaktadır(bkz. Meclis-i Meb’usana Hitabe’nin Dördüncü Maddesi; “Kürdistan” ifadesini “Şark”a dönüştürmüştür), ancak “asla sadık kalınacak” şiarı, belki engel olur diye düşünmüştük. Ya da biri değiştirmek isterken, ötekiler engel olurlar diye...
Heyhat, ne kadar da aldanmışız!
“Ümmet” ve “İslamiyet” yerine “Milliyet” esas alınınca, kim bilir daha nice garabetler zuhura gelecek! Hatırlarsanız, Diyanet Dergisi’nin 288’inci sayısının 37’inci sayfasında, Dr. Elif Arslan, Said-i Nursî’ye atfen, “Eğitimin; Arapça, Türkçe ve Farsça verileceği bir Darülfünun tasarlanmıştı” demişti de, “Kürtçe” geçen kelimeyi “Farsça” olarak tahrif etmişti. Ne diyelim, Osmanlıdaki tüm tarih ve coğrafya kitaplarına rağmen bu temerrüde pes doğrusu. Demek ahiret, gerçekten de renkli olacak!... (Belgeler aşağıdadır)
Risale-i Nur’un diline vakıf olan bir Nur Talebesi, “bölge” kelimesinin Üstad tarafından hiç kullanılmadığını bilir. Madem orijinaline sadakat adına Üstad’ın ifadesini aynen aktarmışsınız, o halde neden “Kürdistan” ifadesini değiştiriyorsunuz? O büyük âlim bu ifadeyi Cumhuriyet döneminin tek parti diktatöryasında bile kullanmışken, “barış” ve “kardeşlik”in dillendirildiği bir zaman ve zemin diliminde neydi bu hazımsızlık?! Demek kelimeler de “imtihan” aracıymış; kimin ne kadar “Ümmet”çi, kimin ne kadar “Milliyetçi” olduğu tebeyyün etsin diye!...
Irkçılığı ayaklarının altına almış bir Peygamberin ümmetinin düştüğü hâle bakınız!..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.