Britanya ve Fransa arasında Çarlık Rusya’sının da müdahil olduğu 1916 tarihli Sykes-Picot anlaşmasının bugün 100. yıldönümü. Bölgenin haritasını çizdiği söylenen anlaşma, kaçınılmaz olarak ucu bucağı görünmeyen Suriye ve Irak savaşları odaklı tartışılıyor. Bu anlaşma son yıllarda Türkiye’de en başta “genişleme” heveslisi siyasal İslamcıların tarihi yüz yıl geriye sararak “haritayı Osmanlı’nın şanlı günlerine dönecek şekilde yeniden çizme” iddiasıyla temcit pilavı misalı tekrarlanır oldu. Bundan yaka silken biri olarak; geçen şubatta gazetemiz yazarlarından Prof. Dr. Nuray Mert’in “Sykes-Picot efsanesi” başlıklı yazısını önemli buluyorum. (http://www. cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/479701/ SykesPicot_efsanesi.html) Derdim tarihin alanına “sarkmak” değil, başka...
***
SykesPicot “emperyalist güçlerin 100 yıl önce bölgenin sınırlarını çizmeye çalışsalar da evdeki hesaplarının çarşıya uymamasının da sembolü”. Anadolu’da o vakitler var olan dinamik, Sykes-Picot gibi, Sevr’i de yırtıp atmıştı. Araplar o kadar başarılı olamadı. Ancak isyanlarıyla 20. yüzyılda kendi tarihlerini yazdılar. Bağımsızlıklarını elde ederek seküler modernleşme süreçlerini yaşadılar. Hatalarıyla sevaplarıyla...
Bugün Sykes-Picot, hem Batılı hem bölgenin egemenleri için çıkarlara uygun yeni sınır ihtiyacından ötürü “gözde” başlık. “Kapsayıcı demokrasi” temasından hareket eder görünülse de “eski Avrupa”nın yarattığı yapay sınırlardan yola çıkılıp vurguyu “mezhep” ve “kimlik” temeline yapmak moda. Bu yolda tehlikeli bir ideolojik çerçeve ile oynanıyor: Siyasal İslamcılık. Oysa en son Arap isyanları bize bunun en kullanışlı ve kontrol edilemez aracının “radikal İslamcılık” olduğunu gösterdi. Artık bu durum Ortadoğu’nun kadim ahalilerinin 100 yıldan fazladır süren serüvenini tersine çevirmeye aday.
***
Son iki senede “markalaştırılmış” IŞİD “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” misali kullanılıyor. Hatta El Kaide’nin Suriye mümessili Nusra Cephesi ve aynı ideolojik çizgideki Ahrar üş Şam, Fetih Ordusu, İslam Ordusu gibi militan gruplar “bölgenin gerçeği” temalarıyla açıkça destekleniyor. Aldıkları lojistik destekle, militan akışıyla güçleniyorlar. Amerika’daki düşünce kuruluşlarındaki maaşlı elemanlar algıları şekillendiriyor.
Bu arada bu “tekçi” ideoloji, “barbar IŞİD”den farklı olarak kontrol altında tuttuğu Halep’in dış mahallelerinde, İdlib’de, Hama kırsalında azınlıkları tehdit eden seçmeci şiddetle şeriat dayatıyor. Gündelik hayata müdahale ederek kök salıp, seküler Suriye toplumunun derinlerine işliyor.
***
Başta ABD olmak üzere Batılılar, bu gruplara alenen kol kanat geriyor. Rejim değişikliği temalı liberal müdahalecilikle yolunu açtıkları yıkımın faturasını tümden başkalarına kesiyorlar. Tek temaları “ılımlılar var”. Üstelik radikal grupların kazanmaları tam işlerine gelmiyor. Zira pazarladıkları “ılımlı” hamurundan “demokrasi” devşiremiyorlar. İşlerine gelen, bölge ahalisinin yıkımından başka bir şey getirmeyen savaşın sürgit devamı.
***
Türkiye olarak durumdan birinci derecede mustaribiz. Siyasal İslamcı iktidarımızın hevesleriyle savaş taşıdığımız Suriye içimize taşınıyor. Türkiye gibi bölgede modernleşmenin öncüsü bir ülkede “ılımlı İslam” temasıyla hayatın her alanında adım adım “karşıdevrim” yürütülüyor. Batılı güçler bugün bunlara itiraz etmemekle kalmayıp “kullanışlı” bulabilirler. Ancak yarattıkları “karadelik” bölge ahalisini yutmakla kalmayacak. Kendileri için de “21. yüzyılın en stratejik hatası” olarak tarihe geçecek.
Bu yüzden Sykes-Picot’yu tartışırken, şunu unutmamalı. Mesele sınırlar değil, o sınırların içinin nasıl doldurulduğu. Harita çizme sevdalılarına karşı her türlü yönetim biçimi de tartışılır. Mesele “tekçi-dayatmacı” zihniyete karşı farklı kimlikleri ayırıcı değil zenginlik gören, eşitlik temelinde demokratik mekanizmalar üzerine düşünmekte.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.