18 ve 19 yüzyıllardan itibaren sanayii devrimiyle dünyanın her tarafına açılan Avrupalı devletlerin etkisi 20. yüzyılla beraber Avrupa sınırlarının çok ötesine taşmıştı. Doğu ülkelerine dağılan bu Avrupalı devletler dünya piyasalarına hükmetme ve malların paylaşımı konusunda da kendi aralarında büyük bir rekabet içindeydiler.
Egemenliklerini genişletmek amacıyla dünyaya açılan, sadece kendilerine komşu olan küçük devletler için değil, uzaktaki memleketler için de birer tehdit unsuru olan bu devletler çeşitli bölgelerde ticaret kolonilerine sahiptiler ve doğu ülkelerinden aldıkları kiymetli malları Avrupa’ya götürüp satıyorlardı.
Ortadoğu çoğrafyası bugün olduğu gibi, geçmiş zamanlarda da cazip ve bereketli idi...
Birinci Dünya Şavaşı başladığında Ortadoğu’nun iki hakim devleti olan İngiltere ile Fransa aynı cephede savaşıyordu. Savaşın devam ettiği bir zamanda bu iki devlet kendi aralarında herkesten habersiz Sykes-Picot adıyla da bir antlaşma imzaladılar. Antlaşmaya göre, bu iki devlet Ortadoğu’daki toprakları kendi aralarında paylaşacaklardı. Böylece hem Avrupa’dan Hindistan ve Çin’e kadar olan ticaret yolunu kontrol edecekler, hem de gelecekte Ortadoğu halklarının henüz habersiz olduğu petrolden de yararlanacaklardı.
İngiltere ile Fransa’nın Sykes-Picot adıyla imzaladığı ve Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaştıkları bu antlaşma bölgedeki dengeleri temelden etkileyen bir antlaşmadır. Ancak bu antlaşma o günden bugüne bölgedeki halklara, özellikle de Kürtler ve Filistinlilere huzur getirmemiştir.
Sykes-Picot Antlaşması Birinci Dünya Savaşının birçok sonucundan biri olarak karşımıza çıkmıştır. Bu nedenle antlaşmaya gelmeden önce kısa da olsa biraz Birinci Dünya Savaşından bahsetmek gerekiyor.
Birinci Dünya Savaşı
Ne zaman Birinci Dünya Savaşının başlangıc hikayesi anlatılsa, hep şöyle söze girilir: 28 Haziran 1914’te Avusturya veliahdı Arşiduk Franz Ferdinand, Saraybosna’da bir Sırp tarafından öldürülünce bu olay Birinci Dünya Savaşının başlangıcı oldu, denilir.
Bu olayın Dünya Savaşının fitilini ateşlediği doğrudur; fakat asıl savaş ancak bir ay sonra 28 Temmuz’da başlamış ve dört yıl boyunca 11 Kasım 1918’e kadar da devam etmiştir.
Büyük devletlerin daha önceki hal ve tavırlarına baktığımız zaman, Saraybosna’daki olayın savaşın bahanesi olduğunu rahatlıkla görebiliriz; söz konusu olay olmasa da bu devletlerin gelecekteki bir savaşı kaçınılmazdı.
Birinci Dünya Savaşında şavaşın iki tarafı vardı. Bir tarafta adı İttifak Devletleri olan Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya; daha sonra bu gruba Osmanlı ve Bulgaristan devletleri dahil oldu.
Öbür tarafta ise İtilaf Devletleri diye adlandırılan İngiltere, Fransa ve Rusya; bu gruba da daha sonraları Sırbistan, Yunanistan, Japonya, Romanya, Brezilya, Belçika, Portekiz ve Amerika dahil olmuştur.
Daha savaş başlamadan da birinci grupta yer alan İtalya ikinci gruba geçmiştir.
28 Temmuz’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan topraklarına girerek işgal etti. Daha sonra da Almanya Belçika, Fransa ve Polonya topraklarına girerek işgal etti. Almanya’nın bu saldırıları üzerine Rusya da Almanlara karşı savaşa girdi.
Bir süre sonra Almanya ile ittifak içinde olan Osmanlı devleti de İttihad ve Terakki idaresi altında Almanlardan yana savaşa dahil oldu.
Osmanlılarla Almanların ilişkileri daha eskiye dayanıyordu. Osmanlı sultanı Abdulhamid’in Alman imparatoru ile olan dostluğundan ötürü Bağdat-Anadolu Demiryolunun yapımı Almanlara verilmişti.
Birinci Dünya Savaşı Rusya topraklarının da içinde olduğu baştan başa Avrupa, Ortadoğu ve Afrika gibi yerlerde yayılmıştı. Dört sene boyunca çok geniş bir coğrafya savaşlara sahne olmuştur.
Birinci Dünya Savaşından sonra dünyanın her tarafında durum çok kötüydü. Savaşın getirdiği felaketlerden nasibini almayan hiçbir yer kalmamıştı…
Savaşa 75 milyon asker ve subay katıldı;bunun 10 milyonu öldürüldü, 20 milyondan fazlası yaralandı ya da sakatlanıp çalışamaz duruma düştü. Yaklaşık 10 milyon kişi de açlıklık ve hastalıklar sonucu can verdi. 6000’e yakın yüklü ticaret gemisi denizlerde batırıldı.[1]
Savaşın sonunda Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı, yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Rusya’da Çarlık yıkıldı, 1917 Ekimi’nde Bolşevikler iktidara geldi.
Almanya devleti ile Avusturya-Macaristan İmparatorlukları tarihe karıştı.
Hem Avrupa’da hem de Ortadoğu’da imparatorluklardan yeni devletler doğdu.
Sykes-Picot Antlaşması da Birinci Dünya Savaşı devam ederken imzalanmıştı.
Sykes-Picot Antlaşması
Bu antlaşmaya adını veren ve imzalayanlardan Picot Fransa’nın Beyrut Büyükelçisi, Sir Mark Sykes ise İngiltere’nin bölgedeki önemli bir diplomatıydı.
Bu her iki diplomat da kendince Ortadoğu’nun dengelerini iyice hesaplayarak bu işe girişmişlerdi. İngiliz Sir Mark Sykes uzun bir zaman bölge ile ilgili araştırmalar yapmış, Arap ve Kürt aşiretlerini iyi tanıyordu.
Sykes-Picot Antlaşması 16 Mayıs 1916’da Londra’da gizlice imzalandı.[2] Rusya mütefik olduğu bu iki ülkenin gizli anlaşmasından çok rahatsız oldu ve bu eylemi kendisine karşı yapılmış bir hareket olarak gördü. Rusya gibi bir mütefiki kaybetmek istemeyen Fransa ve İngiltere bu paylaşımlarına onu da ortak ettiler.
Antlaşmanın maddeleri şöyle sıralanmıştı:
1-Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı,
2-Fransa’ya Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul ve Suriye kıyıları,
3-Britanya’ya Hayfa Akka limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya verilecektir.
4-Fransa ile Britanya'nın elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak.
5-İskenderun serbest liman olacak.
6-Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.[3]
Bu antlaşmaya göre, hem Kürdistan, hem de Arap Dünyası Fransa, İngiltere ve Rusya arasında paylaşılmıştır. Lübnan ile Suriye Fransızlara, Irak ile Filistin İngilizlere, Kuzey Kürdistan ile Doğu Karadeniz tarafındaki yerler de Ruslara verilecekti.
Burada ilginç olan, Rusya hem zorla kendini bu gizli antlaşmaya ortak etmiştir, hem de bu gizli antlaşmayı ilk kez dünyaya kendisi duyurmuştur. 1917 yılında Ekim Devrimi olduğu zaman Rusya hem Birinci Dünya Savaşından çekildi ve Serhat bölgesini boşaltı, hem de gizli olan bu antlaşmayı dünyaya duyurdu.
Birinci Dünya Savaşına kadar Kürdistan toprakları Osmanlı ve İran devletleri arasında ikiye ayrılmıştı. Bu antlaşmayla Kürdistan bir daha parçalanmıştır. Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşında yenilip Ortadoğu’daki topraklarını kaybettikten sonra Irak İngilizlerin, Suriye de Fransızların eline geçti. Böylece Kürdistan’ın bir parçası Irak’ta, diğer bir parçası da Suriye’de kaldı.
Aslında Kürdistan, Birinci Dünya Savaşı sonrasında fiilen yeniden bölünmüştür. Güney Kürdistan İngiliz işgalindedir. Bugün Suriye Kürdistanı olarak tabir edilen yerde Fransız işgali vardır. Kuzey Kürdistan’da ise Osmanlı hakimiyeti devam etmektedir. Ankara Hükümeti ile Fransızlar arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması, bu fiili durumu Güneybatı cephesi açısından belgelendirerek resmileştirmiştir.[4] Osmanlı devleti parçalandıktan sonra Türkiye, İran, İngiltere (Irak), Fransa (Suriye) gibi devletler birer Kürdistana sahip olmuşlardır.[5]
Türkler 1921 yılında Fransızlarla Ankara Antlaşmasını imzalayarak Hatay dışında bugünkü Suriye sınırını belirlemişlerdir. Yine 1926 yılındaki Ankara Antlaşmasına göre de bu kez İngilizlerle Musul ve Kerkük dışında bugünkü Irak sınırına son şeklini vermişlerdir.
Birinci Dünya Savaşından sonra Kürdistan parçalanmıştır; 1923’deki Lozan Antlaşması da Türkiye’nin Irak ve Suriye ile olan sınırına son şeklini vermiştir. Bir başka deyişle Lozan Antlaşması bu parçalanmışlığı tescilemiştir. İsmail Beşikçi hocanın deyimiyle; “bu bakımdan Lozan Antlaşması Kürtler ve Türkler açısından son derece farklı şeyler ifade eder. Lozan Antlaşması Türkler için bağımsız bir devletin kurulmasıdır. Bağımsız Türk devletinin uluslararası bir antlaşmayla garanti altına alınmasıdır. Kürtler için ise esarettir, köleleşmenin, sömürgeleşmenin kurumlaşmasıdır. Kürdistan’da devletlerarası sömürge sisteminin kurulmasıdır.”[6]
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, İngiltere ile Fransa bölgede iki önemli aktördür. Ancak sonraki zamanlarda kendi sınırlarını belirlemede Türkiye de rol sahibi olmuştur. O zamana kadar Türkiye milli mücadelede başarılı olmuş, sınırdaki bazı şehirleri Fransızlardan kurtarmış ve her iki devletle oturup pazarlık yapmıştır; ancak bu pazarlıkta konu Kürtler ve Araplar olmasına rağmen ne Kürtlerin ne de Arapların hiçbir rolü yoktur.
Sonraki zamanlarda Türkiye İngiliz ve Fransızlarla ilişkilerin daha da geliştirmiştir. Fransızların sayesinde Hatay’ı topraklarına katmış, İngilizlerle de stratejik antlaşmalar imzalamış ve beraber Bağdat Paktında (Cento) yer almışlardır.
Türkiye Irak ve Suriye’deki Osmanlı toprakların kaybetmemek için mücadele etmiştir, fakat bu toprakları korumaya gücü yetmemiştir. O dönemde de Antakya ve İskenderun’daki Türklerin hamiliğini yapan Türkiye Fransızlardan Türklerin haklarının korunmasını talep etmiştir. Türkçe Dili resmi olmalı ve korunmalı, okullardaki eğitimleri Türkçe, idarecileri de Türk olmalı gibi taleplerde bulunmuştur. Fakat aynı hakları Amudê, Raseleyn ve Kamışlı Kürtleri için istememiştir.
O dönemde İngiltere de Kürdistan’a özel bir önem vermiştir. İngiliz gezgin ve uzmanlar ilginç raporlar hazırlamışlardır. Çalışmalarına buradaki halkların inanç, dil, örf ve adetlerini konu edinmişlerdir. Antlaşmayı imzalayan Mark Sykes, antlaşmaya imza koymadan önce Ortadoğu bölgesi ve aşiretleri üzerine önemli çalışmalar yapmıştır.
Burada bazı konuların açıklığa kavuşturulmasında İngiliz kaynakları da önemli bir değere sahiptir. Özellikle Irak Kürdistanı ile ilgili olanları… Çünkü İngilizler buraya çok önem verdiler. Bunlarla birlikte İngiliz ordusu, ancak savaşın bitimine doğru Irak Kürdistanı’nın bir parçasının bir kesimine ulaşabildi. Bunun için İngiliz belgelerinin çoğu Irak Kürdistanı ile ilgili bilgilere yer vermekte, diğer parçalara ilişkin olanlarına ise nadiren rastlanılmaktadır. Buna karşın Arnold Wilson, Edmonds, Mason ve diğer bazı İngiliz yazarlarının eserlerinden yararlanılabilir.[7]
Birinci Dünya Savaşı sonrası
Birinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra Ortadoğu’da temelden bir çok değişiklik oldu. Osmanlı devleti yenilmişti; Arap toprakları İngiliz ve Fransızların eline geçmişti. İngilizlerin desteğiyle Filistin yavaş yavaş Yahudilerin eline geçiyordu.
Sykes-Picot Antlaşması bu bölgedeki halkların iradesinin tersine Ortadoğu’nun coğrafyasının doğallığını bozmuştur. 100 sene önce hem Arapların, hem de Kürtlerin iradesine aykırı sınırlar konulmuştur.
Hayatın gerçeklerine uzak olan bu antlaşma; ne dün, ne de bugün bu coğrafyaya istikrar getirmemiştir. Antlaşma bölgenin gerçeklerini gözönüne almadığı için de bırakınız bugün, o dönemde de bir çok yönden uygulanamadı.
Yüz yıl önce bu sınırlara itiraz eden Türkiye bugün bu sınırların değişmemesi için çabalıyor. Birinci Dünya Savaşının devam ettiği dönemde Türkiye toprakları olan Irak ile Suriye’nin hep böyle kalması için Türkler büyük bir çaba göstermelerine rağmen başarılı olamadılar. Bugün ise Irak ve Suriye’de olabilecek sınır değişikliğinde Kürtler yönetimde söz sahibi olacak diye Türkiye böyle bir şeyi asla istemiyor.
Kürtlerin görüşü alınmadan sömürgeci devletlerin çabasıyla ve realiteleri gözönüne almadan çizilen bölge haritasının değişeceğine dair bugün çok ciddi işaretler var.
Körfez Savaşından sonra Saddam’ın yenilgisi sonrası Fedaral Kurdistan’ın ilanı, Suriye’de ise iç savaşın bir sonucu olarak Rojava’da Kürtler adına yönetimle ilgili çıkan işaretler en azından Kürtler adına Sykes-Picot Antlaşmasının hükümlerini geçersiz kılmıştır.
* Bu yazı Nûbihar dergisinin 136. sayısında yayınlandı. 16 Mayıs 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot Antlaşmasının üzerinden 100 yıl geçti. Bu tarihe binaen Kürtçe yazılan bu yazıyı ilkehaber okuyucuları için Türkçeye de çevirdik…
[1] Sovyet Tarihi Ansiklopedisi, cilt: 10, Moskova 1967 s. 1000-1; Aktaran: Ahmed, Dr. Kemal Mazhar, Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Kürdistan, Çeviren: Mustafa Düzgün, Berhem Yayınevi, Ankara 1992, s. 16
[2] Kutlay, Naci, İttihat Terakki ve Kürtler, Beybûn Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1992, s. 276
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Sykes-Picot_Anla%C5%9Fmas%C4%B1#cite_note-4
[4] Aslan, Abdurrahman, Samsun’dan Lozan’a Mustafa Kemal ve Kürtler (1919-1923), Doz Yay., İstanbul 1991, s. 119.
[5] Beşikçi, İsmail, Devletarası Sömürge Kürdistan, Yurt Kitap-Yayın, Aralık 1991 Ankara, s. 36
[6] Beşikçi, a.g.e., s. 30
[7] Ahmed, Dr. Kemal Mazhar, Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Kürdistan, Çeviren: Mustafa Düzgün, Berhem Yayınevi, Ankara 1992, s. 12
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.