Maalesef, başka vesilelerle de yazmak zorunda kalmıştım; Türkiye büyük bir “mezar ev”e dönüştü; evin altına yeni gömülenlerin cenaze töreninden sonra hayat “olağan akışı” ile devam ediyor. Kahire’nin ünlü “mezar ev”lerinde yaşayanlar, cenaze töreninden sonra nasıl hayatlarına bir şey olmamış gibi devam ediyorsa, bizde başka türlüsü, hayat siyasi olarak kaldığı yerden devam ediyor. İktidar partisi, bu ülkede yaşanan tüm facialardan kendini muaf tutmanın yolunu buluyor. Suçlular: Üst akıl, PKK, hainler, işbirlikçileri, vs., vs. ve nihayet olanları sorgulayanlara yüklenme, suçlama, hedef alma...
Suruç’ta yaşanan facia ardından da yine aynı şeyi yaşıyoruz, fazladan Kürt siyaseti ile yaşanan gerilimin dozu arttıkça artıyor. Hemen söyleyeyim, “DAİŞ-AKP çetesi” söylemi de, PKK’nin iki polisi katlederek ateşkesi sona erdirmesi de, barış ihtimalini giderek daha fazla zayıflatıyor. Mevcut hal bu, bu halden çıkış yolu nedir diye fikir yürütmek de giderek daha zor hale geliyor.
Hesap vermeli
Yine de, bir ülkede yaşanan facialar ve kötü gidişten öncelikle iktidar olanlar sorumludur. Öncelikle, güvenlik önlemleri anlamında, sonra da bugüne kadar izlenen siyasetlerin sorgulanması anlamında iktidar hesap verme makamıdır. Hal böyle iken, iktidar kanadı, sanki olanlar doğal afetmiş de iktidar ve dahi “ülke düşmanları” haksız yere iktidarı hedef alıyor gibi bir pişkinlikten asla vazgeçme niyetinde değil. İşin güvenlik boyutu bile HDP ve Kürt siyaseti üzerine yıkıldı, geçti. İşin diğer boyutu da bugün yaşananların “mazisi”nin sorgulanmaktan uzak tutulma çabası. İktidar yanlısı medyanın ekseriyeti, münazara kazanmak için saçmalamaktan çekinmeyen hırslı çocuklardan farksız; Türkiye’deki iktidarın IŞİD ile ilişkisini sorgulayanları sıkıştırma derdinde. Aşırı yorumlar yapanlar dışında kimse, IŞİD’i bizim iktidar ortalığa saldı veya onlar besliyor demiyor. Ama AK Parti’nin izlediği siyasetlerin IŞİD ve özellikle onun Suriye’deki Kürt bölgelerine tasallutu arasında bağ kurmamak veya bunu sorgulamamak mümkün değil.
Korumak bahane
Her şey, Suriye’de rejimi devirmek için Türkiye’nin önce Batı ittifakı içinde ve desteği ile, sonra onlar politika değiştirdiğinde kendi başına sahaya girmesi ile gelişti. Türkmenleri korumak bahanesi ile bölgeye yapılan silah sevkıyatı tartışmalı biçimde ortaya dökülmüş olabilir, ama sonuç olarak birçok şey ortaya döküldü işte. Bu noktada meşrulaştırma aracı olarak kullanılan “Türkmenlere yardım” meselesinin de sorgulanmasında fayda var; “Kim bu Türkmenler”, “Nasıl kısa bir süre içinde savaşçı güç haline geldiler?”, “Diğer gruplar ile ve Türkiye’deki iktidar ile ilişkileri ne?” Bu soruların cevaplanması lazım. Türkmen bahanesinden önce dolaşımda olan “ılımlı Suriye muhalefeti denen ÖSO’ya yardım” da aynı derecede sorunlu. Komşu ülkede iç savaşın içine dalmak neyin nesi? Kim bu ÖSO denilenler, başta bizim İslamcıların övgüler düzdüğü Nusra ve Ahraruşşam olmak üzere içlerinden pek çoğu IŞİD’e katılmadı mı? Bırakın bu radikal unsurları, daha 2012’de İhvan’ın manevi lideri Kardavi, o zaman “IŞİD emiri” olan Ebubekir Bağdadi’nin bir dönem teşkilatlarının bir mensubu olduğunu doğrulamadı mı? Yine İslamcıların güzelleme yapmaya doyamadığı Afgan mücahid lideri Gülbeddin Hikmetyar, geçenlerde, “üst akıl’ın, Batılı devletlerin taşeron olarak örgütlediği” iddia edilen IŞİD’e bağlılık bildirmedi mi? Bırakın silah yardımı, cihatçı geçişi gibi konuları, tüm bunlar bile sorgulanmaya muhtaç değil mi?
Oynanan oyunlar
Suriye’ye silah sevkiyatı ve cihatçı geçişi meselesi zaten başlı başına ciddi bir mevzu ve iktidar partisinin minderden kaçmak yerine bu konularda yapması gereken pek çok izahat var. Lahey’de değil, Türkiye’de, bu ülkede yaşayan insanların hayatı üzerine oynanan oyunlar nedeniyle, bu ülkenin vatandaşına, demokratik yollardan hesap vermeliydi/ vermeli. Nedir hayata geçemeyen o demokratik yollar, hatırlatayım; bırakın basının kamuoyunu bilgilendirme özgürlüğünün tümüyle engellenmesini, 2012 Ağustos ayında CHP, Apaydın Mülteci Kampı’nda Suriyeli muhalif komutanların barındırıldığı iddiasını araştırmak üzere kampı ziyaret etmek istedi, ama kampa alınmadı. Sonra, belli ki, “gerekli tedbirler” alındıktan sonra kısıtlı bir izin çıktı. Bu şu demektir: demokratik meşruiyet '76e hesap verebilirlik gereğini yapmak yerine, iktidar Suriye konusunda yapıp ettiklerini milletin vekili olanlardan bile gizleyip, sonra tartışmalı şekilde ortalara dökülenleri de “devlet sırrı”, “casusluk” gibi gerekçelerle geçiştirme yolu tuttu. Şimdi tüm bunları, bugün olanlar çerçevesinde sorgulayanlar suçlanarak işin içinden sıyrılma yolu tutuluyor. Bu kabul edilemez bir iştir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.