Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mısır gezisi esnasında Suriye diktatörü Beşar Esad hakkında bugüne kadar sarf ettiği en ağır sözleri söyledi. "Suriye halkı ona artık inanmıyor, ben de inanmıyorum" açıklamasıyla eski ahbabına "Sen yalancısın" demiş oldu. Bu sözlerinden bir gün sonra Suriye muhalefetinden birtakım isimler İstanbul'da toplanarak "Suriye Ulusal Meclisi"ni kurduklarını bildirdiler.
Tam bu esnada CNN International dahil olmak üzere birtakım haber sitesinde Suriye ordusundan muhalefet saflarına geçen ve Türkiye'ye sığınan üst rütbeli bir subayın Türkiye tarafından Suriyeli yetkililere teslim edildiği haberleri yayılmaya başladı.
Böyle bir olasılığın sıfır olduğunu vurgulayan Türk yetkililer, hikâyenin tamamıyla dezenformasyon olduğunu söylediler. Doğru, bir süredir Esad rejimi Türkiye aleyhinde yayınlar yaptırıyor. Geçtiğimiz günlerde Türk askerlerin, Türkiye'ye sığınan 400 Suriyeli kadına tecavüz ederek hamile bıraktığı haberi yayılmaya başlamıştı. Bizim Aydınlık Gazetesi de nedense haberin üzerine balıklama atladı.
Türkiye ve Suriye'nin arası gerildikçe bu tür karalamaların yoğunlaşacağından emin olabilirsiniz. Peki Türkiye'nin en yüksek ağızdan Esad'ın fişini çekmiş olması, bu eli kanlı diktatörün sonunu hızlandıracak mı?
Bunu şimdiden kestirmek mümkün değil, ancak beş kez Türkiye'de toplanan Suriye muhalefetinin mevcut yapısına bakıldığında rejime herhangi ciddi bir tehdit oluşturmadığı apaçık ortada. Suriye muhalifleri ile basın arasında köprü görevini yürüten İHH da bu durumdan yakınanlardan biri. İHH sözcüsü Osman Atalay dün İstanbul'da gerçekleşen "Suriye Ulusal Meclis" toplantısının "fos çıktığını" teslim edenler arasında. "Katılım son derece zayıftı, ne Kürtlerden, ne Paris'te yaşayan sol liberallerden, ne de Müslüman Kardeşler'den doğru dürüst katılım vardı" diye yakınırken başka önemli bir detaya vurgu yaptı. O da Libya Ulusal Konseyi'nin aksine Suriye muhalefetinden ön plana çıkan herhangi bir ismin olmadığıydı.
Bu da Esad rejiminin elini çok rahatlatan bir durum, zira uluslararası camianın bugüne kadar muhalefet lideri diye muhatap alabileceği kimse yok. Bu rahatlığı ilk elden gözlemleyenlerden birisi de Şam'da 5 Eylül günü Esad'la 1.5 saat görüşen ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun şiddetin durması yönündeki telkinlerini ileten CHP'nin dış ilişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, Emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu. Ankara'da bir araya geldiğimiz Loğoğlu'na "Esad nasıl görünüyordu?" diye sorduğumuzda, "Son derece rahat ve güler yüzlüydü" cevabını aldık. Hayretimizi gizleyemeyerek "İlaç mı alıyor acaba?" diye sorduğumuzda ise Loğoğlu, "Hayır, hiç sanmıyorum" dedi.
Suriye'deki duruma en vâkıf kişi olarak tarif ettiği Esad, bu ülkedeki durumun "dış mihraklar" tarafından tetiklenip abartıldığını, bunun en fazla da El Cezire televizyonu marifetiyle yapıldığını iddia etmiş. Suriye güvenlik güçlerinin toplumsal olaylar karşında nasıl davranacaklarını bilmediklerini, tek bildikleri şeyin silahla cevap vermek olduğunu(!) söyleyerek onları aklamaya çalışmış. Halkın "meşru isteklerinin" olduğunu teslim eden Esad, reformlar yapmaya hazır olduklarını ancak "zamana" ihtiyacı olduğunu öne sürmüş.
Oysa sivillerin kanı oluk oluk akmaya başlayalı altı ay geçmiş. Kâğıt üstünde reform var ama icraat sıfır. Esad'ın dediği gibi kendisi dahil tek bildikleri şey kurşun yağdırmak. Bu durum karşısında Türkiye ne yapabilir? Loğoğlu hükümetin aksine rejimin halen bazı adımlar atabileceği inancında. Ve rejimle köprüleri atmaktansa Türkiye rejim ile muhalefet arasında diyalog kurulması için arabuluculuk yapmalı. Zira Dışişleri Bakanlığı'nda müsteşarlık dahil en tepe noktalarda uzun yıllar hizmet veren Loğoğlu'nun ifade ettiği gibi, Suriye ne Libya'ya ne Tunus'a benziyor.
Baas rejiminin derin kökleri var ve Esad'ın devrilmesiyle doğacak kaos ortamı Türkiye'nin aleyhine de seyredebilir. Bir de İran faktörü var. Olası mezhep çatışması ise Başbakan'ın Kahire'de ifade ettiği gibi en büyük risk. En çok risk altında olanlar da Esad'ın mensup olduğu Nusayri azınlık. Bu arada Esad, AK Parti'ye duyduğu kızgınlığı da gizlememiş. "Davutoğlu bizimle konuşmaya değil ders vermeye geldi" serzenişinde bulunmuş.
Peki Esad ile diyalog mümkün mü? Suriye'yi çok yakından tanıyan Osman Atalay'a göre artık iş işten geçmiş. Çünkü sokak "diyalog" kelimesinden nefret ediyor, Esad'ın mutlaka gitmesini istiyor ve gidene kadar da direnecek. Suriye'de ne yazık ki kan yakın gelecekte akmaya devam edecek gibi görünüyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.