"Kafa karışıklığı iyidir, zihni dinçleştirir" sokağına sapmayacağımı baştan söyleyeyim ki vakit kaybı olmasın. Zira Suriye'de rejimin katlettiği kişi sayısı 10.000'i aşmışken böyle bir lüksümüz olduğunu pek sanmıyorum.
Kafaları bulandıran kimilerinin sıklıkla başvurduğu argümanlara bakalım.
1. Arap Baharı, Amerika-İsrail ortak prodüksiyonu: Bu görüşe göre Tunus, Mısır, Libya, Cezayir, Bahreyn, Yemen ve Suriye halkları birer figürandır, ABD-İsrail oyun kurucudur. Kâlemi efendisine prangalı olanların, ülkesindeki zorba rejime özgür iradeleriyle hayatları pahasına baş kaldıranları böyle yorumlaması doğaldır.
Kaldı ki, Esed rejimi ABD-İsrail'in işini zorlaştıran işlere imza mı atmıştır? Esed, muhalifleri bastırmak için kullandığı askerî baskının binde birini Golan Tepeleri için kullanmış mıdır? Türkiye sınırına ateş edip iki kişiyi katledip on kişiyi de yaralamasını bilen Esed'in adamları, on yıllardır topraklarını işgal eden İsrail'in sınırına yönelik bir kurşun atmış mıdır? Yani kendileri için en "huzur veren" sınır komşusu olma özelliğini koruyan Esed rejiminin yıkılmasının, İsrail'in bir numaralı gündem maddesi olduğundan oldukça şüpheliyim.
Arap Baharı, "eğrisini doğrultmanın" üzerimize vazife olduğu bir süreçtir. Ancak aynı zamanda, Hamas Lideri Halid Meşal'in bile "Arap Baharı, ümmetin kıyamıdır" diyerek karşıladığı bir süreçtir. O yüzden Filistin davasına, kendi kanlı ellerini aklamaya yarayacak bir bez parçası muamelesi yapanları itinayla ayırt etmek gerekir.
2. Türkiye, diplomaside ısrar etmedi: Başbakan Erdoğan'ın Esed rejimiyle yakın ilişkiler kurduğu, nerdeyse uzun vadede entegre bir sisteme geçilmesi planlandığı sır değil. Ancak bunun kadar net bilinmeyen bir diğer gerçekse, Başbakan'ın Esed'e yıllardır reform yapması gerektiğini telkin ettiğidir. Kaldı ki Türkiye, Esed'e "Artık çekil" çağrısı yapana dek de diplomatik anlamda mekik dokumuş fakat sonuç alamamıştır.
Esed, hem reformları oyalama stratejisinin hem de halkın taleplerini tankla-topla sindirme gaddarlığının sonuçlarıyla yüzleşmektedir. Bundan başka fail arayıp sözü dolandıranlar, katliamların biraz daha sürmesine söylemsel olarak zemin hazırlamaktadır.
3. Muhalifler silahlanınca süreç çöktü: Evet, belki silahlanmasalardı ve tamamen silahsız binlerce kişi yollara çıkıp, elleri havada Esed'i protesto ederken ölselerdi; yine ölmüş olurlardı ama Esed rejimi sanırım Birleşmiş Milletler tarafından muhatap alınamayacak bir konuma gelebilirdi. Ancak rejimin tüm sivil protesto gösterilerini istisnasız kana buladığını bilmemize, Esed'in Annan nezdinde dünyaya söz vermesine karşılık eli silahlı güruhunu sokaklardan çekmediğini görmemize rağmen daha hâlâ muhaliflerin elindeki geçtiğimiz yüz yıldan kalma silahlardan ötürü sürecin yükünü onların omzuna yükleyebilenler, "Kürtler olmasaydı 'Kürt sorunu' da olmazdı" kafasındakilerdir.
4. Savaşa karşı olmak lazım: Kulağa ne hoş geliyor, değil mi? Hele "Yoksa sen savaş karşıtı değil misin?" diye hayretler içinde sormuyorlar mı, mest oluyorum. Kendilerine "Hangi savaştan bahsediyorsunuz, hâlen sürmekte olandan mı?" diye sorsanız melül melül bakarlar. Ortada tankıyla topuyla tüfeğiyle, muhaberatı şebbihasıyla terör estirenler var; bir de onlara karşın hayat mücadelesi veren çoğunluğu sivil olan rejim karşıtları var. Bu arkadaşlara bakılırsa bizim tüm bu olan biteni sükunetle izlememiz gerekiyor. Hama Katliamı'nda öldürülen on binleri anma törenlerine de koşa koşa giden bu pek savaş karşıtı, en duyarlı muhaliflere, şu anda Suriye'de olanın da "ağır çekim bir Hama" olduğunu hatırlatmakta fayda var...
Evet, diplomasinin yolları, yaptırımları sonuna kadar denensin (daha denenmemiş ne kaldıysa!) ama muhtemelen Annan Planı'nda olacağı gibi netice alınamadığında askerî bir müdahaleye kategorik olarak karşı durmak aynı zamanda bir insanlık suçuna ortak olmak demektir. Ya müdahale başarısız olursa, ya ortalık daha da karışırsa ve beyaz bir sayfa gibi olan muhalifliğime halel gelirse endişesiyle hareket edenleri çantasında çamaşır suyu taşıyan Ayşe Teyze'nin maharetli ellerine havale edip yola devam etmekten başka çare yok.
5. Dost ve kardeş ülke İran: Ne aramızdaki yüzyıllardır süren "mezhep farkı görünümlü iktidar mücadelesi" ne de Türkiye'ye yönelik yapılan haksız açıklamalar beni İran'ın Adem Özköse ve Hamit Coşkun'a ilişkin tavrı kadar incitmemişti. Türkiye'nin İran ziyareti öncesi, Hür Suriye Ordusu 11 İran vatandaşına ek olarak İranlı istihbarat elemanlarını da serbest bırakmışken, İran'ın bir sözü kardeşlerimizin özgür kalması için kâfiyken, kardeşlerimizin hâlâ "koz malzemesi" olarak elde tutulması "mustazaf edebiyatı"nın çöktüğü yer oldu benim için.
İran, Türkiye'ye işbirliği yapılacak kardeş bir ülke değil, bertaraf edilmesi gereken bir tehdit unsuru olarak baktığı müddetçe kardeşlik ilişkileri sürdürmek oldukça güç ama Türkiye'nin şu anda yürütmesi gereken siyaset de, zor olsa da ısrar etmemiz gereken zihniyet de budur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.