Osmanlı İmparatorluğu, 50 yıl içerisinde (1870-1920) topraklarının %85'ini ve nüfusunun %75'ini kaybetti. Bu, atlatılması zor bir travmaydı.
Lozan Anlaşması sonrası, Cumhuriyetin ilanıyla beraber, bu travmatik ruh hali Osmanlı'nın zıddına inkılap etti. Tamamen kendi içine dönük, mevcut farklılıkları âdeta düşman gibi gören yok etmeye yönelik, onları, sınırlarının dışında neler olup bittiğine bakmayan ve kendi üstüne kapanan bir ülke ortaya çıktı.
Hilafetin lağvından harf inkılabına kadar pek çok 'devrim' bu amaca uygun olarak gerçekleştirildi. İsmet İnönü'nün 'Hatıralar' kitabında bu hususta önemli bir itirafı vardır:
'Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyasıyla bağlarını koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.'
Ak Parti iktidarıyla beraber, yaklaşık on yıldır, bu travmatik ruh halinden sıyrılıp yeni bir politikaya yelken açtık. Etnik ve dini farklılıkların sorun değil, zenginlik vesilesi görüldüğü bir ülke olmaya başlıyoruz. Artık Türklüğü 'Kürt karşıtlığı', Aleviliği 'Sünni karşıtlığı' ve Müslümanlığı 'gayrimüslim karşıtlığı' olarak kodlayan rejimin dili ile kendi içine dönük, çekingen ve pasif dış politikadan vazgeçiliyor.
Değişen dış politikanın en son izdüşümü Suriye meselesinde kendini gösterdi. Muhalif Kürtlerin, rejime ve kendilerine hükmetmeye çalışan diğer gruplara karşı kendilerini koruma amaçlı geliştirdikleri geçici yönetim fikrinin eski devlet aklından uzak bir soğukkanlılıkla karşılanması da bundan. Özal, 'Ben görüşmeyeyim de Alman veya İngiliz istihbaratımı görüşsün?' refleksiyle Barzani ve Talabani'yle diyaloğu savunmuştu. Mevcut durumda da MİT'in görüştüğü Öcalan'ı önder kabul ettiğini gizlemeyen PYD lideri Salih Müslim'le bu eksende görüşülüyor.
Ve görüşme trafiği geliştikçe, pek çok hususta mesafe alınabiliyor. Örneğin, manşetlere taşıyıp çokça önemsediğimiz, bir makarna fabrikasının çatısına asılan PYD bayrağının nasıl indiğini Müslim şöyle anlatıyor: 'Bayrak önemli bir konu değil. Haberim yoktu. Anlattılar, ben de indirin dedim.'
Terörist Mihraç Ural'ın günlerdir PYD aleyhinde atıp tutmasından, Esed rejiminin Müslim'in ziyareti ertesinde PYD eski eş başkanı İsa Huso'yu suikastle öldürmesine kadar pek çok alamet, PYD'nin yüzünü Şam'dan Ankara'ya döndüğünü gösteriyor. Bunu vizyonunu sadece 'Türk soydaşlarımızı' değil, etnisitesi ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayan herkesi kapsayacak şekilde genişleten 'Yeni Türkiye'nin dış politikasına borçluyuz. Düşünün, ya Suriye'nin kuzeyindeki geçici yönetim Türkmen karakterli olsaydı? Bunu ayakta alkışlayarak karşılayacaklarını bildiklerimiz, yönetim Kürt ağırlıklı olduğu için karalar bağlıyorsa, bunun sınırımız içinde yaşayan Kürt kardeşlerimiz için de incitici olduğunu anlamak çok mu zor?
Devlet, sınır güvenliğiyle ilgili her tür tedbiri fazlasıyla alsın, temkin elden bırakılmasın. Ancak sosyolojiyle de topla tüfekle savaşılmasın. Nitekim PYD de, siyaset yapmak zorunda kaldıkça zorlanacak ve dönüşmeye mecbur olacak. Seküler karakterini arka plana itme çabaları, Barzani'yle ortak hareket etme uğraşları, bölgedeki diğer Kürt gruplarını silahla bastıramayacağı gerçeği… Bunlar da zamanla siyasetini bölge gerçeğine uydurma işaretleri olarak görülebilir.
Barış, karşı koyulması zor bir kelimedir. O yüzden barışçıl çözümden yana olmayan bir taraf kamuoyunu 'Bu Ak Parti'yle barış olmaz'a, diğer taraf da 'Bu PKK ile barış olmaz'a inandırmaya çalışıyorlar. Eğer 'Kahrolsun PKK' sloganı, temenniden öte bir siyaset yapma biçimi olsaydı, haklı da olacaklardı. Ama pasaportuna 'Kürdistan' damgası vurulmasın diye Kerkük'e bile gidemeyen Bahçeli'den, hem Kürt hem de Arap coğrafyasında gittikçe artan bir sevgiyle karşılanan ve hatta bu yüzden ABD'nin bile 'Çok yakınlaştınız' diye uyarmak zorunda hissettiği Erdoğan'ın politikası hem daha aklıcı hem de Osmanlı bakiyesi bir ülkenin vizyonuna daha uygun değil mi sizce?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.