Kamuoyunda bir anda ‘Kürt fobisi’ belirdi. Ama Suriyeli Kürtlere yönelik sert söylem faydalı değil. Geçmişte Barzani’yi yıllarca düşman sayarak Kuzey Irak’ta aynı hatayı yapmıştık. Türkiye, ancak Kürtlerle kol kola girerek Suriye’de hedefine ulaşabilir
Kamuoyu, çıldırmış vaziyette. Suriye’yle ilgili kafa karışıklığının geldiği son noktada,”Eyvah, işin altında Kürtler de çıktı” naraları arasında medyamızda sorumsuzca kendisini dışa vuran bir ‘Kürt fobisi’.
Bir ülke düşünün ki, İran, Irak ve Suriye’den kat kat fazla Kürt nüfusa sahip, ancak Kürtler’den hepsinden fazla korkuyor.
Üstelik bu fobi, Suriye bağlamında bile olsa, her telaffuz edilişinde, milyonlarca Kürt vatandaşımızı derinden derine incitiyor, dışlıyor.
Suriye’de kaç Kürt var, hangi bölgeleri kontrol ediyorlar, sınırda PYD dışında hangi Kürt partileri var diye araştırmadan yapılan ”Bak işte PKK sınırımıza dayandı!” haberlerine bayılıyorum! Bu haberlerin çoğundaki gizli alt-metin, ”Açmayın Pandora’nın kutusunu; bırakın Esad Baas Partisi’nin demir yumruğuyla yönetsin Suriye’yi.” Oh, mis gibi laiklik, mis gibi üniter devlet!
Ben Suriye’de Irak gibi bölünme tehlikesi olduğunu düşünmüyorum. Homojen bir
SURİYE SURİYELİLERİNDİR
Kürt bölgesi yok; zaten ana akım Suriye muhalefeti ve alanda hakim olan Özgür Suriye Ordusu da Kürt grupların özerklik talebine sıcak bakmıyor.
Ama Suriye’nin geleceğiyle ilgili kararlar, kuşkusuz bizlere değil Suriye halkına ait olmamalı mı? ‘Kahrolsun emperyalizm’ sloganıyla ortaya çıkan ulusalcılar için, bu ne emperyal bir tavır? Kendi ülkesinde iç barışı sağlayamamış bir ülkede siyasetçilerinin, gazetelerin, yorumcuların, el âlemin ülkesine ayar vermeye kalkması, sizce garip değil mi?
ANKARA FRENE BASMALI
Türkiye’nin, hem hükümet, hem de medya olarak Suriyeli Kürtlere yönelik kullandığı söylem, akılcı değil, sürdürülebilir değil ve Türkiye’nin Suriye politikasına gölge düşürüyor. Bana göre, değişmesi, yumuşaması şart.
Ankara, 10 yıl önce Irak’ta yaptığı hatayı, şimdi de Suriye’de yapmamalı. Irak savaşı sonrası Kuzey Irak realitesini ısrarla inkar edip Mesut Barzani ve Celal Talabani’ye ‘aşiret lideri’ muamelesi yapmak, Türkiye’nin son yıllardaki en büyük stratejik hatalarından biriydi. Yapılması gereken, daha ilk günden Barzani’nin koluna girerek yeni Irak’ın inşası için Türk-Kürt ortak bir vizyon üretmekti. Sonunda Türkiye bu hatadan döndü, Barzani’yle kucaklaştı; ancak arada 5 yıl ve ciddi bir stratejik üstünlük kaybettikten sonra.
KÜRTLERLE KOL KOLA
Şimdi aynı hatayı Suriye’yle yapmaya gerek yok. Ankara, Şam’da Esad rejiminin devrilmesine beş kala, Suriyeli Kürtleri karşısına değil yanına alarak yürümeli yoluna.
Bu yüzden sert açıklamalardan, ‘müsahade etmeyiz’ gibisinden tedirgin edici söylemlerden kaçınıp, bir an önce Suriyeli Kürtlerle diyalog kurulmalı.
Buna, PYD dahil.
Medyada çıkan ‘Eyvah Kürdistan kuruldu’ felaket senaryolarının bir diğer ayıbı, doğru bilgilere dayanmıyor oluşu. Bu hafta gazetelere göz gezdirdiyseniz, sanırsınız ki 910 km’lik Türkiye-Suriye sınırın tamamen Kürt bölgesi. Oysa gerçekte sınırda Kürt ve Arap bölgeleri var. Afrin ve Kamışlı gibi şehirlerde Kürt nüfus yoğun olsa da, arada Arap aşiretleri ve Arapların yoğun yaşadığı şehirler de var.
PYD, 11 PARTİDEN BİRİ
İkinci kafa karışıklığı, PYD ile ilgili. Kamuoyunda ‘PKK’nın Suriye kolu’ olarak betimlenen PYD, Suriye’deki tek Kürt partisi değil; en silahlı olanı. PYD dışında aralarında daha liberal ya da daha İslamcı partilerin de olduğu 11 Kürt partisi daha var. PYD’nin göze batması, şu ana kadar Esad rejimiyle dirsek teması olduğu için daha rahat örgütlenebilmesinden, rejim çekildikten sonra da Kobani, Afrin gibi yerlerde yol kontrol noktaları kurmasından kaynaklanıyor.
Disiplinli bir yapısı ve KCK’yı örnek alan bir sivil örgütlenme modeli olan PYD’nin ‘Esad-sonrası’ Suriye için en hazırlıklı parti olduğu doğru. Ancak demokratik bir yarış ortamında kimin Suriyeli Kürtlerin oyunu alacağını kestirmek zor. Bölge, Kuzey Irak gibi homojen bir Kürt yapısına sahip değil; Kuzey Irak gibi iki partinin siyasi egemenliğinde değil.
ÖCALAN POSTERLERİ?
Kamışlı’da Öcalan posterleri açılması meselesi, Türk kamuoyunu fazlasıyla rahatsız etmiş durumda. Oysa Kamışlı’da sadece PKK sempatizanları değil, Barzani’ye yakın bir nüfus da var. Ancak emin olun, sınırın Türkiye tarafında Nusaybin öyle değil. Öcalan posteri yasak olmasa, asıl Kamışlı değil Nusaybin’de dalgalanıyor olurdu. Kürt meselesine kafa yormak isteyenler, asıl bu durumu sorgulasa daha faydalı olur.
PYD lideri Salih Müslim, Türkiye’de okumuş, Türkçe konuşuyor. Bu hafta Milliyet dahil Türk basınına verdiği tüm röportajlarda, üstüne basa basa ‘PKK’yla organik bağımız yok’ dedi.
Doğru ya da yanlış; bu açıklamanın diplomatik bir gayesi var. PYD açıkça Türkiye’ye barış çubuğu uzatıyor. Esad’ın devrilmesi ve yeni Suriye’nin kurulmasını kendisine stratejik hedef haline getiren Ankara’nın, bu eli itmek değil, diğer Kürt partileri de işin içinde katarak Suriyeli Kürtleri yanına alması gerekir. Büyük devlet olmak için, en akılcı ve uzun vadeli strateji budur.
Balyoz eşlerine dava
Nelerle uğraşıyorlar!
Balyoz davasında delillerin bir bölümünün sonradan ”üretilen” düzmece belgeler olduğu yolundaki izlenimlerimi, geçmişte defalarca yazdım. Orduyu seversiniz, sevmezsiniz... Ancak, nihai hedefi ne olursa olsun, sahte delillerle yapılan yargılamaların bir hukuk sistemini ne kadar zedeleyeceği konusunda sanırım hepimiz hemfikiriz.
Üçüncü yargı paketiyle, uzun tutukluluk süreleri ve kilit davalardaki usulsüzlüklerle ilgili kamuoyunun rahatsızlığının en azından bir nebze giderileceği beklentisi vardı. Ancak Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, İlker Başbuğ gibi şöhretli sanıkların tahliye talepleri bir bir reddedilince, umutlar söndü. Sayıları 8000’e yaklaşan KCK tutukluları konusunda da henüz kayda değer bir ‘nefes alma’ yok.
İşin kötüsü, bazı davalarda yargılamalar, adeta ‘kan davası’ görüntüsünde.
Geçenlerde Balyoz davası ana sanığı Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan hakkında açılan davanın iddianamesi, bana benzer bir duygu verdi.
Malum, Balyoz sanıklarının aileleri, davanın düzmece olduğunu anlatan Vardiya Bizde isimli bir platform kurdular ve kamuoyunda epeyi seslerini duyurdular.
Normal. Protesto ve örgütlenme, anayasal haktır. Hatta demokrasilerde temel haklardandır. Haliyle Nilgün Doğan ve arkadaşlarının, eşlerinin yargılandığı duruşma salonu önüne gül fidanı getirip ‘adalet ve özgürlük’ dileğiyle adak adaması ya da basın açıklaması yapması, savcının iddia ettiği gibi ‘demokratik tepki boyutlarını aşan eylemler’ değil, hak arayışıdır. Savcı, Balyoz eşlerinin 6 aydan 3 yıla kadar hapsedilmesini ve seçme ve seçilme hakkından men edilmesini istiyor.
Ben de diyorum ki, pes! Dünya nereye gidiyor, siz hala nelerle uğraşıyorsunuz. Bu ülke nasıl yargıda reform yapacak bilemiyorum....
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.