En son söylenecek şeyi en başta söyleyeyim, zira burası okuduğunu anlamaktan aciz veya anlamazdan gelmeye azmetmiş yazar, çizerlerin ülkesi. Suriye’de askeri müdaheleci, savaşçı tezlere alternatif vardır; bu alternatif uluslararası acil ‘ateşkes’ çağrısıdır. Aynı aciliyetle, bu yönde uluslararası mutabakat arayışına girilmelidir ve bu mutabakata İran dahil edilmelidir. Bundan sonrasını konuşmak ancak akan kan durduktan sonra olacak iştir. Ama öncelikle, ABD ve Batı dünyasının İran konusundaki tutumunu, Rusya-İran cephesinin de Esad ısrarını esnetmesi gerekiyor. Suriye için başka türden bir insani çözüm yolu gözükmüyor.
Şimdi gelelim, Türkiye’nin, kendi hesapları adına müdahele ısrarına uydurmaya çalıştığı kılıflara ve yeni savaş çığırtkanlarının analiz diye tedavüle soktuğu saçmalıklara. Bu kez, baş savaş çığırkanlığı işi muhafazakar/İslamcı çevreler ile onların yeni müttefiklerine kaldı. Meğer, önceden kaybedecekleri şeyleri olmadığı için savaş karşıtı imişler, şimdi iktidarlarının hesaplarına ters düşmemek adına müdahele davetiyecisi olmakta beis görmüyorlar. Ne diyeyim, Allah ıslah etsin!
Ama, öncelikle biraz tarih öğrenseler fena olmayacak. “1. Körfez Savaşı’nda Bağdat’a girildiği halde Saddam Hüseyin devrilmemişti: bu Irak’ın başta Halepçe olmak üzere çok ağır bir bedel ödemesine yol açtı” diyen saray gazetecisi var, “1990’ların başında, Irak’ta, Saddam rejiminin; Helepçe’de Kürtlere kimyasal silahla yaptığı katliam” diyen ‘profösör’ var, var oğlu var. Sahi, İran-Irak savaşı, 1. Körfez müdahelesi, İkinci müdahele ve Bağdat’ın işgali hangi sırayla olmuştu, sebepler ve sonuçlar neydi? Suriye’ye müdaheleye kulp bulmak için yola çıkanlar bari hiç olmazsa bölgede olayların serini bilse diyorum. Ama keşke tek kusurları bu olsa, o halde üzerinde durmayalım, geçelim.
Malum, savaş koalisyonu çatladı, İngiltere Parlemento’nun itirazı nedeniyle geri çekildi, Obama işi Kongre’nin onayına havale etti, en hevesli Fransa’da bile tereddüt yaşanıyor. Ama, dünya yıkılsa Türkiye ‘müdaheleci’ tezini gözden geçirmeyi düşünmüyor. Düşünmediği gibi, müdahele olsa bile sınırlı bir müdahele olacağı fikri ile mücadele halinde. Bir yandan ‘Batı emperyalizminin Müslüman dünyayı karıştırdığı’ nutukları atılırken diğer yandan müdahele etmesi için başta ABD’yi sıkıştırma garabeti yetmiyormuş gibi, Başbakan ve partisi müdaheleyi derinleştirme çağrısı yapıyor. Son olarak, Türkiye’nin muhafazakar hükümeti ‘Kosova modeli’ öneriyor.
Hatırlarsanız, 1999’da Kosova müdahelesi, BM kararı olmadan NATO’nun harekete geçmesi ile ‘liberal müdahelecilik’ politikasının, yirmibirinci yüzyılın başında yeniden meşruiyet kazanmasına zemin teşkil etmişti. Daha sonra Afganistan ve özellikle Irak müdaheleleri bu meşruiyet zeminine dayandırılmıştı. Irak işgali, Bosna ve Kososva trajedilerinin gerisine saklanılarak, kamuoyuna öyle pazarlanmıştı. Bu arada, ikidar yanlısı medyanın, daha birkaç hafta önce, Mısır’daki darbenin arkasındaki Siyonist komplocu olarak ‘tesbit(!)’ ettiği Fransız yazar Bernard Henry Levy, Kosovo ve diğer müdahelelerin baş savunucularından biriydi. Kendisi, Mısır’da darbe düzenleyecek durumda değil, ama bence de müdahele-savaş çığırkanı olarak berbat biridir.
Konumuza dönersek, liberal müdahelecilik siyaseti Afganistan, Irak ve en son Libya’da öylesine derin bir hayal kırıklığı yaşattı ki, en ateşli savunucuları bile kafayı kaldıramaz hale geldiler. Hem de sadece bu politikanın ahlaki temelleri çöktüğü için değil, reel siyaset açmazları yüzünden. İngiltere başta olmak üzere Suriye müdahelesi cephesinde sorun çıkmasının önemli bir nedeni de bu durum.
Dahası, Suriye müdahelesinin gerekçesi olarak ileri sürülen ‘kimyasal silah kullanımı’ giderek daha tartışmalı bir konu haline geliyor ve ister istemez Irak işgali için ileri sürülen ‘kimyasal silah’ yalanını akla getiriyor. ABD Dış İşleri Bakanı Kerry, Suriye rejiminin kimyasal silah kullandığının kesinleştiğini söyleyince, insan ister istemez ‘Kelly’ vakasını hatırlıyor. Malum, Biritanya ve Başbakanı Blair 2003’de Irak işgalinin öncülerindendi. İşte, o dönem kimyasal silah dosyasını hazırlayanlardan biri iktidarın görevlendirdiği ‘biyolojik silah uzmanı bilim adamı’ David Kelly idi. Daha sonra, bir BBC proğramında ‘Irak dosyasının savaşa gerekçe hazırlamak üzere abartıldığı’ iddia edildi, kıyamet koptu. BBC haberin kaynağı olan David Kelly’nin adını açıklamak zorunda kaldı. Bu olayın hemen ardından Temmuz 2003’de Dr. Kelly evinin yakınlarındaki ormanlık alanda ölü bulundu, intihar ettiği söylendi, komisyonlar kuruldu, kuşkular giderilmeye çalışıldı ama konu hala esrarını sürdürüyor. Hatta bu arada Liberal milletvekili Norman Baker, kuşkular çerçevesinde, ‘David Kelly’nin Tuhaf Ölümü’ adlı bir kitap yazdı (The Strange Death of David Kelly, Methuen, 2007). İsim benzerliği bana bu olayı hatırlattı, çok ibretlik bir yanı da var, ama Irak üzerine daha neler neler oldu. Geçenlerde, Powel’ın gözyaşlı itiraflarını Murat Yetkin hatırlattı (Radikal, 31 Ağustos 2013). Kısacası, Irak işgaline gerekçe olarak ileri sürülenler fos çıktı, ortada bir tek diktatör Saddam’ı devirmek kaldı. Ama açıp, o dönemin gazetelerine bir bakın Suriye için yapılan müdahele çığırkanlığına çok benzer tezler, büyük laflar ve tabi karşı çıkanlara benzer karalamalar göreceksiniz.
Diğer taraftan, ‘liberal müdahelecilik’ tezine meşruiyet kazandıran ve şimdi Başbakan’ın önerdiği Kosova konusu da ayrı bir tartışma konusudur. Ben bu konuyu 2008’de Kosova bağımsızlığını ilan ettiğinde yazmaya çalışmıştım, ama Kosova konusu Türkiye’de adeta bir tabu olduğu için hemen hiç tartışılmadı. Suriye’de toprak bütünlüğü tezine sarılan Türkiye, Kosova’nın tartışmalı bağımsızlığını tanıyan ilk ülke oldu. Oysa, Kosova müdahelesi Batı’da özellikle sol içinde büyük tartışma ve itirazlara neden olmuştu. New Left dergisi, 1999, 234. sayısını Kosova’yı tartışmaya ayırmıştı. İşlerine gelince yazılarını Edward Said’den alıntılarla süsleyenler o sayıda Said’in yazdıklarına bir göz atsınlar (Tarık Ali ve Zizek’in yazılarını da ihmal etmesinler). İnsani müdahele adı altında Kosova müdahelesinin ne hesaplara dayandığı, nasıl pazarlandığını söyleyenlere bir kulak versinler. Bu konuda, yazılıp çizilen ve Türkiye’de hiç mavzu olmamış çok tartışma var. Bu arada, Milosevic’in yargılandığı Hague Mahkemesi’nin eski baş savcılarından Carla Del Ponte’nin ‘Büyük Av, Ben ve Savaş Suçluları’ (‘The Hunt: Me and War Criminals’) başlığı ile yayınladığı hatıratı da, neredeyse tabu haline gelmiş bu konuda tartışmalı olsa da oldukça ilginç bilgilere yer veriyor.
Kısacası, Suriye’de bir kez daha bin bir hesaba dayalı siyasetler ve müdahele hazırlığı, bir kez daha bir diktatörün ve yaşanan insanlık trajedilerinin ardına saklanarak pazarlanmaya çalışılıyor. Söz konusu diktatörlerin varlığı ve yaşanan katliamlar acıtıcı gerçekler ama bunlara karşı yapılacak ilk iş, bu gerekçelerin ardına saklanarak çıkarcı müdahele çığırkanlığına, karalama kampanyalarına kulak asmadan, kompleks duymadan karşı durmak. Yoksa, Miloseviç’ler, Saddam’lar, Esad’larkendi ayıpları ile daha çok başkalarının ayıplarını gizlemeye alet olacaklar.
Not. BirGün’ün ilk sayfasında ikincisi dün yayınlanan ‘iç savaş’ konulu karikatürleri mizah olarak algılamam ve içime sindirmem mümkün değil, okurlarımın bilmesini isterim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.