Afrin, Suriye’nin kuzey batısında, Suriye Kürdistan Bölgesi’nin ise en batı noktasında yer alan, yedi yıllık Suriye iç savaşının dışında kalmayı başarmış ender yerleşim yerlerinden biri (en azından son günlere kadar öyleydi). Esasen Halep iline bağlı Afrin’in, ona bağlı 350 dolayındaki köyle birlikte nüfusu Suriye iç savaş öncesinde 400 bin dolayında bulunuyordu. Yüzde 70-80 dolayında Kürt nüfus barındıran ve öz itibariyle bir Kürt yerleşim yeri olan Afrin’de 2011 yılından bu yana herhangi bir huzursuzluk ve çatışma yaşanmadı. Afrin, IŞİD’in burayı ele geçirmesine karşı direndi. Savaşın yıkıcı alevlerinden uzak kalması sayesinde, savaşın yaşandığı güneydeki Arap bölgelerinden yarım milyona yakın bir göç aldı. Başka bir ifade ile Afrin, Suriye iç savaşının yakıp yıkmadığı, bu nedenle insani trajedilerin yaşanmadığı, aksine savaştan kaçan yüzbinlerce insanın kaçıp sığındığı güvenli bir sığınak oldu.
Türkiye’nin 20 Ocak’ta başlattığı askeri hareket ile birlikte bu kentin kaderi de Suriye’nin geriye kalan bölgelerine benzemeye başladı. Türk ordusunun havadan ve karadan gerçekleştirdiği bombardımanlar sonucu şimdi her yerden dumanlar yükseliyor, bombalara hedef olan binalar yıkılıyor, çocuklar ve siviller ölüyor. Daha önce başka yerlerden kaçanlar için bir sığınak görevi gören Afrin’de yaşayan insanlar canlarını kurtarmak için bu kez diğer bölgelere göç etmek üzere yolara düşüyorlar.
Tam da IŞİD’in bittiğinin ilan edildiği, Suriye iç savaşının son bulduğunun belirtildiği ve Suriye için siyasal çözüm çabalarının uluslararası platformların gündemine oturduğu bir dönemde Afrin bir savaş alanına dönüşüyor. Başka bir ifade ile Suriye’yi yok etmenin eşiğine getiren yedi yıllık iç savaşın son bulacağına dair ümitlerin belirdiği bir dönemde, bu talihsiz savaşın dışında kalmayı şans eseri başarmış Afrin yoğun bir savaşın hedefi haline getiriliyor.
Peki neden?
Gerçek şu ki, Suriye’de siyasal çözüm arayışlarının yoğunlaşmasına paralel olarak sahadaki aktörler de oyunun kaderini belirlemek üzere son hamlelerde bulunmak için harekete geçmiş bulunuyorlar. Rusya, geçen yıl, Astana sürecine kattığı Türkiye eliyle Halep’teki rejim muhaliflerini buradan tahliye ettirdi ve rejimin bu kente denetim kurmasını sağladı. Son olarak da İdlip’i radikal ve muhalif unsurlardan temizlemek amacıyla Suriye ordusu peş peşe saldırılar gerçekleştiriyor. İşin ilginç yanı, Rusya’nın önce Halep, şimdi de İdlip’teki gerçekleştirdiği temizlik hareketinde Türkiye’ye büyük rol biçmesi. Gelinen aşamada Türkiye yıllar boyunca rejime karşı eğitip silahlandırdığı yandaş unsurları, Rusya’yla girdiği angajman gereği şimdi kendisi ilgili bölgelerden geri çekip rejimin ülke genelinde kontrol sağlamasına imkân veriyor. Başka bir ifade ile Rusya ve rejim güçleri, Fırat’ın batısında mutlak bir kontrol sağlamak amacıyla son ataklarını gerçekleştiriyor.
Benzer bir atak içinde olan diğer bir ülke ise ABD. Fırat’ın doğusundaki Kürt bölgesi dahil, SDG eliyle Suriye’nin 1/3’ünü elinde bulunduran ABD, 30 bin kişilik bir ordu kuracağını ilan ederek bölgede kalıcı olduğu mesajını ilgili aktörlere gönderdi. ABD’siz Suriye’de yeni bir düzenin kurulamayacağının işaretiydi bu.
Diğer birçok faktörün yanı sıra, Türkiye’nin Afrin operasyonunun şimdi gündeme gelmesinin temel nedeni ABD’nin bu son çıkışı oldu. Elbette Türkiye fırsat bulsa, Rusya’dan icazet almış olsa çoktan Afrin için harekete geçerdi. ABD’nin Suriye’deki kalıcı pozisyonuna ilişkin verdiği son mesajlar, Rusya’yı Afrin harekâtı için Türkiye’ye yeşil ışık yakmasına yol açtı. Rusya’nın Afrin üzerinden Türkiye’yi esas olarak ABD ile karşı karşıya getirmek istediği açık. Afrin operasyonu ile mesaj verilen bir aktör de PYD/YPG’dir. Afrin operasyonunu hem Suriye Kürt bölgesinde kalıcı olma arzusundaki ABD’ye, hem de ABD-YPG iş birliğine karşı Rusya’nın öne sürdüğü bir kart olarak görmek mümkün. Türkiye’nin Menbiç ve Fırat’ın doğusuna dönük olarak da operasyona girişeceği yönündeki açıklamalarının ne kadar hayat bulacağı bilinmez, ancak nereden bakılırsa bakılsın Türkiye ve ABD ilişkilerinin son Afrin operasyonundan sonra dönülmez bir noktaya geldiği söylenebilir.
Türkiye’nin Afrin harekatıyla Suriye Kürtlerinin önüne set çekmek istediği açık. Bu operasyona yeşil ışık yakan Rusya’nın ise bu hamle ile ABD’nin Suriye’deki planlarını sekteye uğratarak, Türkiye ABD ilişkilerinde onarılmaz yaralar açmak istediğine kuşku yok.
Özetle Afrin, genel olarak da Suriye Kürtleri, Suriye savaşında, oyuncuların final öncesi gerçekleştirdikleri son hamlelere feda edildi. Ancak bu, nihai oyunun tümüyle bittiği anlamına gelmez. Suriye savaşında esas itibariyle belki sona gelindi, ancak Suriye’nin geleceğiyle ilgili süreç daha yeni başlıyor.
Bu açıdan altı çizilmesi gereken birkaç nokta var.
Sanıldığı gibi Türkiye’ye Afrin’i işgal etmesi bakımından Rusya’nın, dolaysıyla İran ve Suriye’nin verdiği kredi sınırsız değil. Ayrıca sıkça ifade edildiği gibi Türkiye, Kürtleri kendisi için bir tehdit olarak görme anlayışından vazgeçmeli ve sonunun çözümünü Afrin ya da Kerkük’te değil kendi içinde aramalıdır. Kürt nüfusunun ve Kürdistan coğrafyasının yarısında fazlasının kendi sınırları içinde olduğunu unutmamalıdır.
Suriye Kürtlerine gelince, buradaki Kürtlerin bölünmüş olduğu ve PYD/YPG çizgisinin kendisini, kendi dışındaki Kürtlere dayattığı ve onlara büyük sıkıntılar yaşattığı bir gerçek. Öncelikle PYD söz konusu otoriter ve dayatmacı anlayışını terk etmelidir. Suriye Kürtlerinin, örneğin ENKS ve TEVDEM’in temsil ettiği siyasal kanatların gerçek anlamda ulusal bir mutabakat ve buna uygun ortak ulusal bir yönetim kurması bir bütün olarak Suriye Kürt hareketinin işini kolaylaştıracaktır. Onların uluslararası düzeyde temsil edilmesi ve ilişkiler kurması bakımından yeni imkânlar sağlayacaktır. Böyle bir durumda ise Türkiye ve benzerlerinin buraya müdahale etmesi bakımından gerekçeler azalacak, Kürt hareketi Suriye’nin geleceğinde daha güçlü ve meşru bir zeminde temsil imkânı bulacaktır
Son olarak şu noktanın altını çizelim. Suriye Kürtlerinin temsil edilmediği hiçbir siyasi çözüm platformunun başarı şansı yoktur. En son ocak ayında Soçi’de toplanan Suriye Ulusal Kongresi bunun açık bir örneğidir. Kürtlerin çeşitli nedenlerle çağrılmadığı ya da boykot ettiği Soçi kongresi fiyasko ile sonuçlanmıştır. Suriye’nin geleceği bakımından bugün hala sahada duruyor gibi görünen Esad rejimi ise her açıdan meşruiyetini yitirmiştir. Bu açıdan Esad diktatörü ve suç ortaklarının Suriye’nin geleceğinde rol almak bir yana, onlardan bir an önce kendi halklarına karşı işledikleri suçlardan hesap sorulmalıdır. Peki Suriye’nin kaderini El Kaideci cihatçı gruplar ya da onlarla akraba olan ÖSO’cular mı tayin edecektir?
Kesin olan şudur, gelinen aşamada Suriye’de Kürtlerin olmadığı hiçbir barış ve siyasi çözüm süreci başarıya ulaşamaz. Suriye’de Kürtleri zayıflatmak aynı zamanda bu ülkedeki siyasi süreci ve normalleşme çabalarını zayıflatmak anlamına gelir. Kürtlerin dikkate alınmadığı yeni bir Suriye’den söz edilemez. Çünkü Suriye Kürt toplumu, kendi içindeki kimi sorunlara rağmen, demokrasinin ve özgürlüğün değerini bilen ve bunun için 80 yıldır en çok bedel ödeyen bir toplumdur.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.