Şimdi merak şu: Taksim Gezi Parkı’ndaki olaylarla başlayan sürecin sonucu ne olacak? Bu sorunun cevabı, sorumluluk taşıyan herkesin sağduyusuna, ferasetine, basiretine, teennisine ve demokrasiye, hukuka sahip çıkmasına bağlı. En evvel şunu söylemeliyim. Masum ve haklı taleplerle başlayan fakat sonrasında bir düğmeye basıldığı aleni hale gelen bir oyun, evet var.
Başbakan; “Yargı kararına uyacağız, yargı kararı bizim istediğimiz şekilde çıksa bile plebisit yapacağız. Halk ne derse o olacak…” dedikten sonra, Taksim direnişçilerinin “mücadeleye devam” kararı almaları, şunu açıkça ortaya koydu: Maksatları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Bakınız yaptıkları açıklamada şu cümleler vardı: “Taksim Gezi Parkı’nda ağaç katliamını durdurmak için başlayan direnişimiz, Gezi Parkı sınırlarını aşarak İstanbul halkının ve ardından Türkiye’nin dört bir yanından, yurttaşların on bir yıllık AKP iktidarına karşı birikmiş olan öfkesi ile buluştu.” Buna “şimdi anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi…” denir.
Devam edeceği söylenen direniş evet, Başbakan Erdoğan’a ve AK Parti iktidarına karşıdır ve sandıkta elde edilemeyen, edilemeyeceği anlaşılan iktidarı şiddette, anarşide, kaos ortamında aramaktır. Bu saatten sonra hâlâ Sayın Başbakan’ı tek kabahatli gibi eleştirmek insafla bağdaşmıyor. Hele bütün kabahati Sayın Başbakan’ın şahsında bulup; yakıp yıkan, yalanlarla, provokasyonlarla meydanları esir almaya kalkan, esnafı işinden gücünden alıkoyan, eşkıyalığı şehirlerin sokaklarına taşıyanlara karşı tek kelime eleştiri yöneltmeyenlerin, yöneltemeyenlerin, onlara tek laf etmeyenlerin vicdan kararması, cidden rahatsız edicidir. Şiddete, teröre, küfre, hakarete, hukuksuzluğa tavır koyamayanların ciddiye alınması da mümkün değildir. Çifte standart, perdeleme, karartma, insaf sahiplerinin karakteri olamaz.
Sayın Başbakan’ı bilhassa üslup konusunda zaman zaman ben de eleştiriyorum. Kendisi de itiraf ediyor. Fıtratla, yapıyla ilgili, kendini tutamama ile ilgili bir durum söz konusu. Fakat bu da aşılabilmeli. Ülkenin yarısının sevdiği bir liderin, gönüllere girmenin, gönülleri fethetmenin yolu olan yumuşaklığı öne çıkarması, inanınız onu sevenlerin ortak duasıdır.
Gezi Parkı sürecinin sonucu için şunu diyebilirim. Oynanan oyunlar, Sayın Başbakan’ın şahsıyla, AK Parti’yle ilgili değildir, Türkiye ile ilgilidir. Önü kesilmek istenen, sıçrama rampasındaki Türkiye’dir. Bu açıdan bakıldığında iki şeye ihtiyacımız var:
Birincisi, bütün oyunlar bizim zaaflarımız üzerinde oynanıyor. İstenen bir mezhep çatışması, iç savaştır. Türk-Kürt, Sünni-Alevi ve laik-dindar kutuplaşması üzerinden plan-proje yapılıyor. Bu oyunu da sadece bizim kardeşliğimiz bozar. Birbirimizi inadına daha çok sevmeli, daha çok kaynaşmalıyız. Gezi Parkı süreci maalesef en yakın dostları bile “bizden misin, değil misin” savrulmasına itti.
İkincisi, demokratikleşme hamlemizin aksamaması, duraksamaması lazım. Özgürlüklerin genişletilmesi, demokratik evrensel standartların ilerletilmesi lazım. Madem bizimle uğraşanlar, içerisi-dışarısı birlikte ayağa kalkmış ve bir “geniş cephe” taktiği uyguluyorlar. Biz de, vesayetten demokrasiye geçiş diyenler de, 12 Eylül 2010 referandumundaki “evet” için sağlanan birlikte yürüme zeminlerini yeniden inşa etmeliyiz. Başta, Sayın Başbakan’dan beklenen herkesi kucaklama, gönül alma seferberliğine ihtiyacımız var. Demokratik cephe tahkim edilmeli, konumlara saygıyı esas alarak hoşgörü ve uzlaşma için toparlanmalıyız...