Ocak 2013 itibariyle kamuoyuna yansıyan, Newroz 2013 manifestosu ile tüm bölgesel politikaları adeta yeniden masaya yatıran çözüm süreci kabul etmek gerekir ki, Sayın Öcalan’ın öngörü, özveri ve özgüveni sayesinde bugüne kadar önüne çıkan pek çok badireyi atlattı. Bu badirelerin toplumsal ve tarihsel hafızayı ayaklandıracak kanlı senaryolar üzerinden ortaya konması bile nasıl örgütlenmiş bir karşıt güçle karşı karşıya olunduğunu açıkça gösteriyordu. Sürecin hemen başında devreye konan Paris Katliamı, kendi çabalarını boş havuzda yüzmeye çalışma ile eş değer tutan Sayın Öcalan’a, su yerine kanla doldurulmuş bir havuz tahayyülü ile cevap verileceğinin mesajını taşıyordu. Bu güçlerin süreç boyunca da Licê’den Gever’e, Çewlîg’den Kobanê’ye kadar Kürt gençlerinin kanı ile Sayın Öcalan’ın çözüm havuzunu doldurma gayretlerine hepimiz tanıklık ettik. Şüphesiz ki; bu duruma karşı göğüs gerebilmenin yegâne yolu kendi demokratik teklifinin, oluşturulmak istenen kan deryasını önleyecek tek formül olduğuna olan inançtı. Bu inanç nedeniyle tüm bu süreç boyunca Sayın Öcalan’ın, en küçük çözüm kırıntısından bile büyük bir demokratik çözümü geliştirme özelliğine tanıklık ettik.
Özelde Kürt sorununun, genelde ise, Ortadoğu sorununun sırtını hegemonik sisteme dayamış ulus devletçi anlayışlarla çözülemeyeceği, bunun yerine konmak istenen Batı tarzı bireysel hak temelli liberal çözüm anlayışlarının ise, kapitalist modernist sisteme eklemlenme dışında bir anlamı olmadığını Sayın Öcalan uzun yıllardır ısrarlı bir şekilde vurguluyordu. Buna karşın; etnisite, din, inanç, mezhep, kültür, kimlik temelli tüm sorunların yerel, bölgesel, tarihsel dinamiklere dayanan radikal demokrasi omurgasına oturtulmuş Demokratik Ulus çözüm önerisinin ise, uzak bir geleceğin değil, yanı başımızdaki güncelin doğruladığı bir hakikat olduğu ortaya çıktı. Küresel güçler ve onların yerel işbirlikçileri tarafından Musul’da, Şengal’de, Mahmur’da, Kobanê’de Kürt, Arap, Türkmen, Asuri, Süryani, gayrimüslim halklara dayatılan katliam tehlikesi Demokratik Ulus tezleri dışında bir çözüm seçeneğine sahip olunmadığını ortaya koydu. Asıl ilginç olanı ise, bölgesel gelişmelerin doğruladığı çözüm tezlerinin tek tek olaylar bazında da Şengal’den Kobanê’ye kadar Sayın Öcalan tarafından aylar öncesinden yapılmış öngörülerle tespit edilmesi ve doğrulanması oldu. Günün birinde İmralı Tutanakları kitap haline getirilip kamuoyu ile paylaşılırsa, sanırım isabetli öngörülerin bizlerde yarattığı şaşkınlığı, hayretler içerisinde kalan kitlelerin yüzünde tekrar görme durumunu yaşayacağız.
Sayın Öcalan, bu özelliğini ‘olgucu pozitivizm’ üzerinden tanımlarken, bir veya birkaç olgu üzerinden tüm sistem mekanizmasının çözülebileceğini de bizlere gösteriyordu. Yürüttüğü toplantılar sırasında bu özelliğini teyit eden pek çok tarihsel olguya muhatap olduğu devlet heyetinin de tanık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sayın Öcalan’ın bir diğer önemli özelliği ise, geliştirdiği ilişkiyi ‘pozitif diyalektik’ üzerinden yani muhataplardan her iki tarafın güçlendiği kazanım dinamikleri üzerinden geliştirmesidir. Sayın Öcalan’ın dışarıda; gerek Kürt tarafında, gerekse de hükümet ve devlet cenahında oluşan pek çok negatif algıyı bugüne kadar pozitif sonuca çevirebilme yeteneğini defalarca gözlemledik. Adeta matematikte iki negatif sayının çarpımının katlanmış pozitif bir sayıya dönmesi işlemini Sayın Öcalan, halklarımıza karşı duyduğu sorumluluğunun gereği olarak büyük bir yoğunlaşmayla ortaya koydu. Bu yoğunlaşmaların çoğu zaman uykusuzlukla beslenmiş zorlamaları, baş dönmeleri ve baş ağrıları ile sonuçlanan sinir bozucu uyaranları barındırdığı ise, bir hekim olarak gözlemlemem ya da tahmin etmem zor olmasa gerek. Sayın Öcalan’ın sağlığından eksilterek sürece eklediği bu pozitif katkı ile ne kast ettiğimi merak edenler, son Kobanê protestolarında ortaya çıkan vahim tablo karşısında kaleme aldığı mektubu tekrar inceleyerek rahatlıkla anlayabilirler.
Her iki tarafın inatlaşmaya varan mücadele restleşmesinin 50’ye yakın can kaybı ile beraber çözümsüzlüğün kısır döngüsüne düşme riskini ortaya çıkardığı bir dönemde, Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu tespitler ve sürece müdahale eden tutumu en ağır sorunlara bile rasyonel politik çözümler üretmenin mümkün olabilirliğini tekrar gözler önüne serdi. Şüphesiz ki, toplumun en yalın haliyle gördüğü bu gerçeği AKP hükümetinin ne kadar gördüğüyle ilgili şüpheleri veya kaygıları ise yadsımamak gerekir. Çünkü Kobanê mektubunun sonuçları bile çözümü güvenlik tedbirlerinde arayan anlayışların döneminin kapandığı, diyalog ve müzakere yöntemini savunanların haklılığı üzerinden süreci tekrar ele almak gerektiğinin ortaya konması gerekirdi. Yani devlet ve hükümet içerisinde güvenlik kanadı yerine çözüm kanadının rasyonel bir akılla yürümesi gerektiği sonucu ortaya çıkmalıydı. Bu konuda devlet ve hükümet içinde halen devam eden kıran kırana bir kapışma olduğunu da tahmin etmek mümkündür. Bu görüntüyü anlayabilmek için Kobanê’deki gelişmelere bakmak yeterlidir.
Bir yandan Kobanê’den gelen Kürtlere kapıların açılması ve kısmi de olsa sınır kapısının açık tutulması, diğer yandan ise, eş zamanlı olarak IŞİD’e destek anlamına gelecek uygulamaların devreye konması, sınırdaki polis müdahaleleri, Rojava sınırında sivillerin öldürülecek şekilde hedeflenmesi, PYD’ye yönelik yaklaşım bu kapışmanın görüntüsünü vermektedir. Çözüm sürecini kamu düzeni üzerinden yeniden tanımlayacağını ifade eden akıl dışı tehditler, Bingöl’den Kobanê sınırına kadar uzanan yargısız infaz pervasızlığı, yetmezmiş gibi kamuoyunda tartışılan yeni güvenlik yasası hazırlıkları ve ‘sürece mecbur ve mahkûm olmadıklarını’ ortaya koyan aymazlıklar bahsettiğimiz güvenlik-çözüm kapışmasının tam bir akıl tutulmasını da beraberinde getirdiği sonucunu ortaya koyuyor. Burada kendi iktidarı için her şeyi mübah gören AKP iktidarının iflas etmiş Kobanê politikasından sonra çözüm sürecinde de her hamlesi ile daha da toplumsallaşan bir Öcalan algısından rahatsızlık duyduğu gerçeğini göz ardı etmememiz gereken bir başka ihtimal olarak belirtmemiz lazım. Çünkü “toplumsallaşan Öcalan” algısı aynı zamanda kendi iktidarını sağlamlaştırmak için sürecin yarattığı kazanımlarından faydalanmak isteyen AKP tarafından bir zemin kayması olarak da değerlendirilmiş olabilir. Son dönemde AKP’li bazı yetkililerin Sayın Öcalan’ı itibarsızlaştırma çabalarını da hesaba kattığımızda İktidar-Süreç denkleminde AKP’nin hangi kafa karışıklığını yaşadığını ve hangi tehlikeli salvolarla da karşımıza çıkabileceğini görmemiz mümkün olur. Ancak AKP’li yetkililerin unuttuğu bir şey var ki, Kürt halkı açısından da Kürt Hareketi açısından da Sayın Öcalan’a yaklaşım konusu tüm gemilerin göz kırpmadan yakılabileceği hassas sinir uçlarını içeriyor.
Süreç açısından ortaya konan tehlikeli yaklaşımlardan birisi de tarafların bu dönemde ne kazanıp, ne kaybettikleri muhasebelerinin sıkça yapılmaya başlanmasıdır. Sonuca ulaşması durumunda herkese kazandıracak olan bir sürecin; çökmesi, bozulması durumunda da herkese ağrı bedeller ödettirecek bir darbe mekaniğiyle şekilleneceği uyarısı defalarca yapılmıştır. AKP hükümeti on yıllık iktidarı döneminde tüm seçim süreçlerine savaşsız koşullarda girmenin getirdiği avantajları ve son iki yılda kurtarılmış binlerce gencin hayatını adeta hesaba katmadan güncelde izlediği yanlış politikalar sonucu içerde ve dışarıda girdiği zorlanmalar üzerinden paranoid ‘panik atak’ nöbetleri geçirmeye başladı. Bu atakların tedavisinin de içerde ve dışarıda yaşadığı zorlanmayı aşma şematiğinin de çözüm sürecini hızlandırarak sonuca ulaştırma gerçeğinin de bugünlerde göz ardı edildiğini, ya da hak ettiği ölçüde göz önünde bulundurulmadığını ifade etmek gerekir. Sürecin hızla sonuca ulaşması için gerekli mekanizmaların sözler verilmesine rağmen halen hayata geçirilmemiş olması, Sayın Öcalan’ın dış dünyayla tek siyasi bağlantısı özelliği olan heyetimize yönelen müdahale tehditleri, halen cevap verilmemiş olan resmi İmralı toplantı başvurumuz bile AKP’nin karşı karşıya olduğu sorunu çözme becerisi ile ilgili hangi noktada olduğunu ortaya koyuyor. Bugünlerde sıkça belirtilen ‘sürecin askıya alındığı’ ya da ‘sürecin seçime endekslendiği’ tespitlerini de olabilecek en büyük felaket habercisi olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü; bölgesel gelişmeler ve içerisinden geçtiğimiz siyasi konjonktürün getirdiği fırtınalar, seçime kadar zaman kazanmayı hesaplayan tüccar kurnazlıklarını da tutturmaya çalıştıkları oyalama askısını da yerle bir edecek şekilde sert esmeye devam etmektedir. Buna AKP’nin içerde öfkeyi büyüten politikalarının, Kürt halkını rencide eden dil ve üslubunun yaratabileceği patlamaları da eklemek gerektiğini görmek lazım.
Aslında tarihsel büyük barış önderliklerine de böylesi zamanlarda şiddetle ihtiyaç duyulur. Kürt tarafı açısından Sayın Öcalan’ın önderliksel konumunu burada detaylandırmaya gerek yok sanırım. Sadece son iki yıllık süreçte ortaya koyduğu hamlelerle ete kemiğe büründürdüğü Rojava Devrimi, Kürt hareketine otuz yıllık mücadeleye denk düşecek bir meşruiyet zemini ve her geçen gün artan bir hareket alanı sağlamış olması bile Kürt halkının nezdinde ona olan güveni her açıdan büyütmüştür. Ancak, masanın diğer tarafı için Türkiye toplumunda böyle bir dinamiğin geliştiğini söylemek mümkün değil. Gerek Erdoğan’ın, gerekse de Davutoğlu’nun her gördüğü zorluk karşısında barış sürecine daha fazla sarılmaları gerekirken, milliyetçi devletçi rüzgarlarla yelkenleri şişirmesi, muhatabını tasfiye etme saikiyle dolu bilinçaltı refleksleri hala taşıdıklarını göstermesi ve karşısındaki toplumsal öfkeyi patlama noktasına getirecek iktidar sopasının pervasızca tehdit unsuru olarak kullanılması süreç açısından tek taraflı bir önderliksel boşluğu beraberinde getirmektedir. Her ne kadar bugüne dek bu boşluk halklarımıza karşı olan sorumluluğun gereği olarak Sayın Öcalan tarafından büyük bir özveri ile kompanse edilmişse de bugün artık tarihi bir dönemeçte olduğumuz gerçeğini unutmamak gerekir. Bu dönemecin yanı başındaki uçurumları görmezden gelmemek gerekir. Zira Sayın Öcalan, süreci şu cümlesi ile tanımlamıştı: “Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler.”
Sürecin hızla sonuca ulaşması için gerekli mekanizmaların sözler verilmesine rağmen halen hayata geçirilmemiş olması, Sayın Öcalan’ın dış dünyayla tek siyasi bağlantısı özelliği olan heyetimize yönelen müdahale tehditleri, halen cevap verilmemiş olan resmi İmralı toplantı başvurumuz bile AKP’nin karşı karşıya olduğu sorunu çözme becerisi ile ilgili hangi noktada olduğunu ortaya koyuyor. Bugünlerde sıkça belirtilen ‘sürecin askıya alındığı’ ya da ‘sürecin seçime endekslendiği’ tespitlerini de olabilecek en büyük felaket habercisi olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü; bölgesel gelişmeler ve içerisinden geçtiğimiz siyasi konjonktürün getirdiği fırtınalar, seçime kadar zaman kazanmayı hesaplayan tüccar kurnazlıklarını da tutturmaya çalıştıkları oyalama askısını da yerle bir edecek şekilde sert esmeye devam etmektedir. Buna AKP’nin içerde öfkeyi büyüten politikalarının, Kürt halkını rencide eden dil ve üslubunun yaratabileceği patlamaları da eklemek gerektiğini görmek lazım. (anf)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.