KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın önceki gün yaptığı açıklamaları, çözüm sürecinin geldiği nokta olarak mı, geleceği nokta olarak mı, yoksa istenen nokta olarak mı değerlendirmeliyiz?
Bayık, hükümetin üzerine düşeni yerine getirmediğini, sorunu çözmek istemediğini, hatta savaş istediğini savunuyor.
“Buna karşı kendimizi savunacağız. Gerillayı durduruyoruz. Savaşı daha da şiddetlendirmek isterlerse, güneye (Kuzey Irak’ı kastediyor) gelen grupları yeniden göndereceğiz” diyor.
Çekilmeyi durdurma argümanını açıktan masaya süren Bayık’ın sözlerine bu işe biraz kafa yoran hiç kimse şaşırmamıştır herhalde.
Görevi devraldığı Murat Karayılan’ın sürecin başından itibaren yaptığı açıklama rekorunu kısa sürede egale eden, tabir-i caizse işin diplomasisini yürütmek için görev alan, bu arada örgütün askeri kapasitesinin organizasyonunu daha iyi yapmak için kolları sıvayan Karayılan’a nefes aldıran Bayık’tan söz ediyoruz.
O’nun işi bu. Mesajını verecek. İki ileri, bir geri yapacak. Örgütün silahlı gücünü stratejik amaç için araç olarak dillendirecek.
Bu nedenle, Bayık her konuştuğunda, “süreç çöküyor mu?” diye sormak, olağanın üzerinde bir telaşı gösterdiği gibi, “yürümeyeceği baştan belliydi”cilerin ekmeğine de yağ sürüyor.
Ancak, görünür bir gerçeği de gözardı etmemek gerekiyor.
Devletin-hükümetin, çözüm sürecinin tereddütsüz başarıyla sona erdirilmesi konusundaki arzusunun zaman içinde törpülendiği gerçeğini.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; PKK’lıların çekilme oranı, seçim barajı ve anadilde eğitim konuları başta olmak üzere, çok kritik açıklamalar yaptığı son Akil İnsanlar toplantısından bu yana geçen sürede, çözüme olan inanç eskisi kadar güçlü yansımıyor.
Bunda, hükümetin çekilme konusunda kendisini idare edilir durumda bulmasının, İmralı-BDP-Kandil üçgeninin 1 Eylül, 15 Ekim gibi takvimlendirmeleri milat olarak sunmasının rolü kuşkusuz çok büyük.
Bununla beraber, “Demokratikleşme olmazsa olmazımız. Demokratikleşme paketi çözüm sürecinin al-ver malzemesi değil” mesajını veren hükümetin, karşı tarafın beklediği yasal düzenlemeler konusunda hâlâ bir açıklama yapmamış olması da büyük bir soru işareti.
İşte Bayık, bu soru işaretinin çengeline tutunmuş vaziyette, sürecin çökebileceği, bunun sorumlusunun hükümet olacağı, nihayetinde zor durumda kalanın kendileri olmayacağı mesajını her hafta ayrı bir tonda tekrarlıyor. Suriye sınırında çalan savaş tamtamlarının, her vuruşta kendi hanelerine artı yazdığı gerçeğine de sırtını dayıyor.
Bayık’ın son açıklamaları ve demokratikleşme paketi konusundaki aşırı kontrolcülük, “çözüm süreci çöküyor mu?” sorusunu yeniden sordurtuyor.
Ama hem devlet hem hükümet ve Kürt siyasi aktörler hem de örgüt yönetimi biliyor ki, bu işe koyulmak ne kadar maliyetli bir sorumluluksa, sona erdirmek en az o kadar büyük bir sorumluluk.
Zaten, Bayık’ın sözlerinde saklı baskının altında yatan temel nedenlerden biri de süreci bozma sorumluluğunu karşı tarafa kaydırma çabası.
O nedenle, hükümet minimalist bir paketle maksimalist bir yarar hedeflediği sinyali verse de demokratikleşme paketinin artık Başbakan’ın ağzından resmiyete dökülmesi gerekiyor.
Taleplerin mümkün olduğunda karşılanması, geleceğe dönük umutların canlı tutulması gerekiyor.
Çözüm sürecini, yaklaşmakta olan iç siyasi çalkantıların, “yaptın-yapmadın” malzemesi olmaktan çıkarmak gerekiyor.
BDP cenahının da, Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın WSJ’a verdiği demeçte olduğu gibi, “Elbette ki her şeyin tek bir paketle çözümlenmesini beklemiyoruz” tezini iyi niyetle işlemesi gerekiyor.
“Bayık’ın sözleri yanlış çevrilmiş” demesi gerekiyor.
Çünkü, amaç barışsa çözüm sürecinden geri dönüş olamaz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.