Bir çok yorumcudan farklı olarak İmralı Tutanakları'nın hükümeti zora sokacağını ya da çözüm sürecini 'baltalayacağını' düşünmüyorum. Bakın neden...
Milliyet gazetesi İmralı Tutanakları'nı yayınladığından beri, ortalık toz duman.
Metni kimin sızdırdığına yönelik bir cadı avı başladı; hükümet de olayın siyasi yansımalarından kaygılı.
Ben ise bir çok yorumcudan farklı olarak, İmralı Tutanakları'nın çözüm sürecini “baltaladığını” ya da hükümeti zora soktuğunu düşünmüyorum.
Borsa diliyle anlatayım; kamuoyu, çözüm sürecini çoktan “satın aldı.” Öcalan’ın rolünden çok hazzetmese de, PKK’nın dağdan inmesi ve Kürt sorununun çözümünde en rasyonel işin Öcalan’la müzakere olduğunun farkında. Bu düşünceye 2009’dan beri yavaş yavaş alıştı. Zaten İmralı Tutanakları'nın içeriği de, bizzat bunu kanıtlıyor.
Bu deprem unutulur
Bu yüzden BDP'nin 'iç yazışması' olan bu tutanaklara tepki, geçen haftalarda Sinop’ta gördüğümüz lümpenliğin çok daha ötesinde olmayacaktır.
Hele de önümüzdeki günlerde İmralı sürecinde kamuoyu açısından gözle görülebilir olumlu adımlar olursa, bu deprem unutulur gider. Ateşkes, PKK’lıların sınır dışına çıkılması gibi “somut” adımlar, sürece itirazı desteğe çevirecektir.
İşte somut bir örnek. Önümüzdeki hafta, PKK’nın elindeki kamu görevlilerinin serbest bırakılması söz konusu. Görsel bir olay. Tam anlamıyla Anti-Habur karesi. Örgütün elindeki kamu görevlilerinin serbest bırakılması, Habur’daki tepkinin tam tersine, hem medya, hem de genel anlamda Türkiye’nin Batı’sında olumlu bir hava estirecektir. Oğlu askere gidecek olan, okulda ya da askerde olan, Doğu’da görev yapan hangi ebeveyn bu kareden ümitlenmez?
Büyük sürpriz yok
Israrla söylüyorum: Nasıl ki Oslo görüşmelerinin internete düşmesi, ”Dağ fare doğurdu” misali kamuoyunda çözüme yönelik desteği azaltmadıysa, bu sefer de çözüm süreci İmralı Tutanakları yüzünden sekteye uğramayacaktır.
Ayrıca unutmayın, o tutanaklarda kamuoyu açısından çok büyük bir sürpriz yok. İnsanlar yavaş yavaş sürecin mantığına, içerdiği adımlara alıştı. Ne Öcalan’ın PKK’lıların sınır dışına çekilmesi talebi, ne 'vatandaşlık' tanımı sürpriz değil. Hepsi üç aşağı beş yukarı bildiğimiz şeyler.
Peki ya muhalefet partilerinin tepkisi? Allah aşkına! Devlet Bahçeli zaten son 10 yıldır her Salı grup konuşmasında hükümeti vatan hainliğiyle, memleketi satmakla suçluyor. Şimdi farklı olarak ne diyecek? MHP, 2009 açılım süreci sonrasında bizzat bu söylemle seçime girdi, umduğunu bulamadı. Şimdi kimsenin tutanakları okuyup koşar adım Devlet Bahçeli’ye gideceğini sanmam...
CHP süreci kaşımıyor
CHP konusunda ise, bana göre Başbakan'ın Kemal Kılıçdaroğlu’na bir özür borcu var. CHP, İmralı sürecini “kaşımıyor.” Evet, eleştiriler var; ama genel merkezin genel tavrı partideki ulusalcıların gazıyla “Memleket elden gidiyor!” değil. Mırın kırın ediyorlar ama sürece karşı tavır almıyorlar. Zabıtlar yayınlanalı beri de Kılıçdaroğlu bu kontrollü tavrı sürdürüyor.
Bana sorarsanız, CHP'nin bu kontrollü, sorumlu refleksi, Ak Parti açısından değerlendirilmesi gereken bir durum bu.
Medyanın kötü sınavı
Katılmamakla birlikte, hükümetin ve BDP’nin Milliyet gazetesinin yayınladığı İmralı tutanaklarına tepkisini bir nebze anlıyorum.
Hatırlarsanız, Wikileaks belgeleri yayınlandığında ABD yönetimi de sert tepki vermişti. İktidar olmak, aslında biraz da bilgi tekeliyle ilgilidir. Dünyanın hiçbir yerinde iktidarlar bu tekelin kırılmasından hazzetmezler.
BDP derseniz, mahcup durumda. Tepkisi o yüzden.
Ancak Milliyet'in yayınladığı İmralı tutanaklaıryla ilgili medyanın hışmını anlayabilmiş değilim.
Bakıyoruz, daha ilk günden merkez medyada Milliyet’e karşı bir linç kampanyası başladı. Bizzat meslektaşlarımızdan. Eskiden bu işlerde centilmenlik kuralları hakimdi. Bir gazete, sizin erişemediğiniz bomba bir haber yapınca, hoşunuza gitmese de ”Helal olsun” derdiniz.
Ancak bu sefer meslektaşlarımız, Namık Durukan’ın haberciliğini kutlamak yerine, daha ilk günden ”Sabotaj” diye bağırdılar.
Haber değil hükümetin çıkarlarını savundular.İşin komiği, haftalardır İmralı’da ne konuşulduğuna dair yapılan yalan-yanlış haberlerin haddi hesabı yok. Ayrıca büyük gazetelerden hepsi günlerdir bu tutanakların peşindeydi ve biliyoruz ki onlar ulaşsaydı, onlar yayınlayacaktı...
Krize rağmen normalleşme
ABD’nin yeni dışişleri bakanı John Kerry’nin Ankara gezisi, ‘Siyonizm’ gerilimi yüzünden gölgelendi. Her ne kadar kapalı görüşmeler çok kapsamlı olsa da, bu kriz olmasaydı, iyiydi.
Aslında Erdoğan’ın 'Siyonizm' çıkışı, İsrail’e yönelik kasıtlı bir saldırı değil; istenmeyen bir “yol kazası” oldu. Anladığım kadarıyla Başbakan Viyana’da Siyonizm’i faşizm ve anti-semitizm’le eş tutan o meşhur konuşmayı yaparken, İsrail’e 'çakmak' niyetinde değildi. Çünkü bir süredir iki ülke arasındaki ilişkileri ‘normalleştirme’ amacıyla yürütülen sessiz bir diplomasi var ve bu temaslar doğrudan Erdoğan ve Netanyahu’nun bilgisi dahilinde oluyor.
Viyana’daki yol kazasının asıl sebebi, İslamcı camiadan gelen Erdoğan ve metin yazarlarının, İsrail’in ‘Siyonizm’ hassasiyetine aşina olmaması. İsrailliler, Siyonizm’e saldırılmasını doğrudan kendi varlık nedenlerine yönelik bir tehdit olarak algılıyor. Akıllara Ahmedinecat, Saddam, Tel Aviv’e yağan Scud füzeleri geliyor. Türkiye’deki İslamcı gelenekte ise, ‘Siyonizm’ negatif anlam yüklü, sıkça kullanılan ve Yahudi düşmanlığından ziyade ‘ırkçılık'la özdeşleştirilen bir kavram.
Mavi Marmara krizi
Kerry, bu konudaki itirazını, lafı evelemeden, teatral bir biçimde kayda geçirdi. Ama bu noktadan sonra herkesin hayrı için artık bu dosyanın kapanması lazım. Çünkü Ankara-Washington-Tel Aviv üçgeninde asıl yapılması gereken, Türkiye ve İsrail arasındaki Mavi Marmara krizinin nasıl aşılacağına kafa yormak...
Evet İsrail özür dilemeli ve ilişkiler normalleşmeli. Neden? Ne Türkiye, ne İsrail bu dostluğa ‘muhtaç’ değil. Ancak ilişkiler düzelirse, iki ülkenin de büyük kazanımları olacak. İsrail açısından Türkiye, değişen bir bölge tutunacak bir dal; adeta bir koruma kalkanı.Türkiye açısından ise İsrail, Washington’da hayatını kolaylaştıran, Batı nezdindeki algısını güçlendiren bir ülke. Orta Doğu’nun önemli bir aktörü ve günün sonunda Filistinlilerle de barışın tek gerçek anahtarı.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.