Ekrem Dumanlı hafta başında önemli bir yazı yazdı. Tartışmaya, konuşmaya değer. Özetle Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni, Gülen hareketinin ‘dar bir kitle’ olmadığını, ‘tek tip insan’ yetiştirmediğini, demokratik dönüşüm hedeflediğini, ancak sürekli ‘cemaat’ diye ‘marjinalize’ edilerek, ‘kara propaganda ve komplo teorilerine’ maruz kaldığından yakınıyor. Dumanlı bundan yola çıkarak artık bu harekete ya da kendi ifadesiyle ‘Fethullah Gülen Hocaefendi’den ilham alarak hizmet eden’ insanlara ‘cemaat’ değil ‘camia’ denilmesini istiyor.
Madem her şey tartışılıyor; madem siyasette, medyada günün konusu ‘Ak Parti-Cemaat’ ayrışması; madem şifreli mesajlar ve ‘Yok böyle kavga’ demeçlerine rağmen mevzu hep gündemde, o zaman ben de bütün iyi niyetimle Dumanlı’nın yazısında eksik bulduğum, kamuoyu açısından açıklamaya muhtaç gördüğüm bölümleri belirtmek isterim.
Fenerbahçe bir camiadır. İçinde CHP’lisi, Ak Partilisi, solcusu, sağcısı var. Diyarbakır’da da kutlanır Fener galibiyeti, Heybeliada’da da. Fenerliler ne aynı gazeteyi okur, ne aynı okullara gider, ne aynı değerler sistemine inanır. Hatta takımın şampiyon olması dışında neredeyse hiçbir konuda tek ses yoktur.
Gülen hareketi bu anlamda bir camia değil. Ama yine de Dumanlı haklı; hareketin artık geniş bir sosyo-ekonomik tabanı var ve tek tip insan yok. Seçimlerde tek partiye yöneliyor olsalar da, içeride farklı farklı görüşler var.
Ancak maalesef iş, polis ve güvenlik konularına gelince, tek görüş hâkim. Ya da en azından dışarıya böyle yansıyor. Konu emniyetin 2008’den bu yana yaptığı ve Türkiye’de çok tartışılan operasyonlara gelince, cemaati temsil eden yayın organlarında farklı görüş yok. Anayasa konusunda var, siyasette var, dış politikada var; ancak polisiye meselelerde tek bir eleştiri yok.
Söz ettiğim Ergenekon operasyonlarıyla başlayan süreçte Türkan Saylan’ın gözaltına alınması, telefon dinlemelerin hoyratça kullanımı, KCK operasyonları, başta Nedim Şener ve Ahmet Şık olmak üzere gazetecilerin tutuklanmaları, Balyoz iddianamelerindeki çelişkiler, Büşra Ersanlı’dan İlker Başbuğ’a alakalı alakasız isimlerin ‘terörist’ diye kendini hapiste bulması ve tabii son MİT hadisesi. Kısaca özel yetkili mahkemelerin alanına giren ve çoğunlukla aynı ekip tarafından yapılan operasyonlar. Neden bütün Türkiye bunları tartışırken, cemaatte mutlak destek var?
Bu da beni ikinci meseleye getiriyor... Dürüst bir diyalog için, emniyet ve cemaat arasındaki ilişkiyi açık açık konuşabilmemiz lazım. Karşınızda cadı avı isteyen, fitne peşinde koşan 28 Şubatçı bir kafa yok. Bu devleti yıllarca şekillendiren ‘saf vatandaş’ kavramının faşizan bir zihniyet olduğunu biliyorum. Eğer burası demokrasiyse, poliste Türk, Kürt, azınlık, çoğunluk, kimliğini Alevi veya Gülen cemaati gönüllüsü olarak yaşamak isteyen herkese yer olmalı. Cemaate gönül veren ya da okullarında yetişmiş insanların emniyette, bürokraside yer alması doğal bir süreç. Bizzat Fethullah Gülen’in dediği gibi bunu ‘sızdılar’ diye yorumlamak ya da hareketin ‘devleti ele geçirdiğini’ iddia etmek yanlış.
Sokaktaki adam, her taşın altında cemaat görüyor. Her protestoda, yürüyüşte, 1 Mayıs’ta, hatta son dönem futbol maçlarında bile cemaat aleyhine sloganlar atılıyor. Mizah dergilerinin kapağında alay ediliyor. Gülen hareketinin siyasal gücü arttıkça, ona yönelik tepki de yükseliyor.
Bunda cemaatin de payı var. Biraz da meseleye tersten bakalım. Bu ölçekte bir camianın çıkar ve imajının doğrudan polis ya da polis içindeki ufak bir kesime endekslenmesi doğru mu? Gülen adına konuşanlar, polisin her yaptığını savunmak durumunda mı?
Başka türlü sorayım: Bu camiayı benimseyip polisi eleştirme hakkımız yok mu?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.