Bu sene 19 Ocak’ta kara kışa rağmen Agos’un önünde beklenenden büyük bir kalabalık vardı. Üstelik geçenlerde Hadi Uluengin’in de yazdığı gibi toplanan kalabalıkta Müslüman temsili olan insanlar eskisine nispetle oldukça fazlaydı. Sanki orada bulunan cemaat-i Müslimin’e “hoş geldin” dermişçesine ikindi ezanı okunurken Sezen’in “Güvercin” şarkısı yarıda kesildi ve kalabalığın büyük çoğunluğu slogan atmadı. Ezan sonrasındaysa “Faşizme İnat, Kardeşimsin Hrant” gibi sloganlar yine hep bir ağızdan tekrar yükseldi.
Matemle umudu içiçe yaşadığımız o müstesna günden beş gün sonraysa Taksim’de Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu’nun organize ettiği yürüyüş vardı. Darbecilere karşı duyulan öfkenin ateşi, sadece kışın değil aklın ve vicdanın ademiyetinin o ölümcül soğuğuna da galip geldi; şeytani ‘harekât planları’nı yakıp kavuracak bir çığlık oldu.
Sıfırın altında seyreden hava sıcaklığından ötürü ayaklarımı hissetmesem de şevkle “Darbelere Karşı Omuz Omuza!” diye slogan atarak ilerlerken baştan ayağa tüm vücudunu kaplayan bir çuval giydiği için kalabalıkta dikkat çeken bir amcaya rast geldim. Çuvalın üstünde ne yazıyordu dersiniz: “Darbecilik beyinsizliktir. Zulme sessizlik imansızlıktır. Hud 113.” Anlayacağınız bu amcayı harekete geçiren esas şey okuduğumda heybeti ile beni de titreten bir ayeti kerimeydi: “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.”
Ardından sevgili Zeynep Tanbay ile beraber okuduğumuz basın açıklamasında darbecilerin sebep olduğu ‘marifetleri’ sıralarken “Başörtülü öğrencileri okul kapılarında coplayan” maddesini okuduğumuzda kalabalıktan bir adam yüksek sesle “Tankların üzerine çıkarız” diye feryat etti. Bu çıkış kitlede de makes buldu ve hemen herkes bu cümleyi bağırarak tekrar etmeye başladı. Hâlbuki komite tarafından planlanmış böyle bir slogan yoktu. Zaten cümlede bir sloganın taşıması gereken ahenk de yoktu. Ancak gayet spontane bir biçimde ortaya çıkan bu haykırış bir anda bütün kalabalığın iştirak ettiği ve benimsediği bir slogan oldu.
Tüm bu yaşadıklarım, nesiller boyu maruz kaldığı devlet baskısından dolayı torunlarına kümeste Kur’an öğretmek zorunda kalsa da, sevdiği başbakan asılsa da, kızı örtüsünden dolayı okula alınmasa da, oğlu namaz kılıyor diye ordudan atılsa da evinde oturan, sindirilmiş bir toplumsal gruptaki değişimini görmemi sağladı. Son üç yıldır hemen her gelişmenin ardından “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyoruz ya, ben de bu eylemden sonra böyle hissettim açıkçası. Ülke nüfusunun çoğunluğunun tepkisini üstüne çeken darbecilerin ayakta kalması artık çok zor. Ancak bu tepkiye karşılık hükümetin de cesur adımlar atması lazım.
Arat Dink’in haklı sitemini yansıttığı metaforu kullanarak söylersem “söz konusu vatansa, hepimiz yemiz” aslında ama bu ‘yem’ olma halini daha yeni idrak etmeye başladık galiba. Hâlbuki darbecilerin gözünde yok birbirimizden farkımız ve kışladaki bir taş parçasından bile daha değerli değil varlığımız. Bu yüzden Türkiye’de binlerce, dünyada milyonlarca insanın inançla bağlı olduğu Fener Rum Patriği’ni katletmeyi göze almaları ve yine bu yüzden mübarek Cuma günü Allah’a secde etmek için toplanmış insanları havaya uçurmayı planlamaları... Bu yüzden EMEP ve ÖDP gibi siyasal partiler ile MAZLUM-DER ve İHH gibi hayırda yarışan kurumları beraberce hedef almaları...
Darbecilerin varlıklarını sürdürmelerini sağlayan ideolojik tahakküm dahilinde ezilen grupların birbirlerine “bunlar anarşist”, “şunlar İslamcı”, “onlar liboş” diye bakarak birbirlerinden “tehlikeli madde”ymiş gibi uzak durması aslında sadece mevcut hegemoniyi güçlendirmeye yarıyor. Bunlar-şunlar-onlar pek çok şey olabilir ama gerçek anlamda ‘bir şey’ olabilmek için önce ‘yem’ olmamamız gerekiyor sanırım.
Yasin Aktay’ın da son yazısında bahsettiği gibi yem olmadığımız kesin ama ‘tavuk’ların bu gerçeği anlaması için Türkiye’nin tüm yemlerinin birleşmesi şart...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.