Yeni bir ‘korku cumhuriyeti’nin taşları, bu ülkenin her alanına hızla döşenirken, muktedirin totaliter diline biat etmeyenlerin despotça linç edildiği şu dönemde kimilerinin susmak, kimilerinin de konuşmak için kuşkusuz kendince haklı nedenleri var.
Kendi adıma bu dönemin, bir yazı adamının tercihini susmaktan yana kullanabileceği bir dönem olmadığını düşünüyorum.
Muhalif olmak, bu ülkede artık linç olmaya aday olmaksa, giderek azalan muhalif mecralarda yazmanın, bu sessizlik ve korku sarmalında olup biteni izlemekten daha vicdani ve daha haysiyetli bir tutum olabileceğine inanıyorum.
AKP’nin sözde çözüm süreci telaffuzundaki samimiyetsizliğin iyice ayyuka çıktığı şu süreçte, Kürtlerin de AKP’nin yörüngesindeki güruh dışında, farklı medya organlarında söz alacak ve bir şeyleri gerektiğinde birtakım örgüt ve kurumlar dışında kendilerinin lehine ifade edecek kalemlere ihtiyacı var.
Özetle Türk halkının da, Kürt halkının da ‘vicdan’a ve ‘adalete’ çok ihtiyacı var; bu da bir toplumsal vicdanın inşasıyla mümkünken, herkese sorumluluk düştüğü gibi, yazının da böylesi bir vicdanın inşasında rol alabileceğine her zaman inandım.
T. W. Adorno, “ Çiçeklerin üzerine düşen dehşet gölgesi algılanmadığında, bahar dalı bile yalana dönüşür”der. Çiçeklerin üzerine düşen dehşetin gölgesinden iz sürüp dallara, oradan da ağaçlara her muhalif mecrada bakabilmek mümkündür.
Meydan’ın, pek çok medya kuruluşunda konuşlanmış yazarlarıyla iktidara beğeni üretmek yarışında olmaya niyet etmemesi bile, benim için başlı başına bir referanstı.
Liberal demokrat bir çizgide yayın yapacak olması da bir referanstı. Değişen dünyada yeni sorunlar ve yeni yorumlar gerektiren yeni olgular var. Dünyayı, kuyuya düşmüş bir kurbağanın gökyüzünü görebildiği kadar dar bir eksenden algılayanların, artık dönüp dolaşıp sadece emeği kutsamaları yetmiyor. Artık kendilerini solda tanımlayan ‘ulusolcu’ların bile duruş ve ifade biçimlerinde zaman zaman nefret suçları görmüyor muyuz?
Nefret suçu, kanımca Türkiye’de en çok işlenen suç türüdür.
Örneğin, kadına yönelik şiddet ve cinsiyetçilik, sadece “kadına şiddete hayır” gibi ‘iyi niyetli’ sloganlara sığdırılıp geçiştirilemeyecek kadar ciddi bir toplumsal yara, dahası çözüme muhtaç bir kangrendir.
Irkçı çığırtkanlıklara sırtını dönmeyi, ama çevre sorunlarına, nefret suçlarına, cinsiyetçiliğe, çalışanların sorunlarına karşı toplumsal duyarlılığı geliştirici bir rol üstleneceği vaadi ve ötekileştirilenlerle empati kurabilecek bir gazete olmak iddiası dahil, tümü de Meydan’da yazmam için yeterince ikna edici referanslardı.
Demek istediğim, ben, nerede yazacağıma elbette baktım; fakat kimileri “nerede yazacağım”a dikkat kesilmekten “ne yazacağım”a bakmayı düşünmediler. Bir Çin atasözü: “Parmak güneşi gösterirken, budala parmağa bakar” der.
Benim için üst kimlik, öncelikle ‘insan olmak’tır. Herkes önce insan olmak ve dünyaya gelmiş olmakla saygıdeğer. Meydan’da herhangi bir kişi, kurum ya da iktidar için değil, otuz yıldır yaptığım gibi yine insan için ve vicdan için yazacağım...
Çünkü insan olmak, asıl ‘vicdan’ olmaktır . Vicdanı ve adaleti herkes için ararken, elbette hükümet olanın, erk olanın, yani muktedirin doğrusu ya da öfkesi, benim de doğrum ya da öfkem olmak zorunda değil.
İnanıyorum ki ‘yeni’ her zaman iyidir, yenilik de!
Yandaş medya korosundan muaf olmakla yarışa zor bir startla başlayan Meydan’a, yayın hayatında iyi yolculuklar diliyor ve okurlarını, çalışanlarını içtenlikle selamlıyorum. Haftanın bütün ‘P’ günleri (pazartesi, perşembe ve pazar) insan için ve vicdan için Meydan’da olacağım
Yeter ki toplumda giderek kutuplaştırılan farklı kesimler arasında söz ve diyalog bitmesin!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.