AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ve Başbakan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın beyanlarından hareket eden YARSAV’ın (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) başvurusu üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “yargıda cemaat örgütlenmesi” üzerine soruşturma başlattı.
Başbakan Erdoğan’ın, haftalardır tekrarladığı ve son olarak şöyle ifade ettiği bir iddia var: “Yargı ve emniyet başta olmak üzere, devlet kurumları içine yerleşmiş bir örgüt, dışarıdan aldığı talimatlarla, Türkiye’nin istikrarına, güven ortamına, Türkiye’nin büyüyen ekonomisine ve kardeşliğine suikast girişiminde bulunmuştur.” Bu iddia nihayet YARSAV -ki 28 Şubat sürecindeki rolünü unutmadık- marifetiyle fiiliyata döküldü.
Bunun zemini, bir psikolojik harp ustalığı ile günlerdir ilmik ilmik dokundu. Önce belli gazetelerdeki yayınlar, belli köşe yazarları tarafından devlet katından servis edilen bilgiler ile kamuoyu hazırlandı. Sonra buna yüksek perdeden Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye hakaretler eşliğinde Mehmet Ali Şahin’in sözleri, son olarak da şahsen dost bildiğim Burhan Kuzu’nun açıklamaları eklendi. Hele kin ve nefret birikimini hiç tahmin edemediğimiz bir yazarın, “ben bunu 6 aydan beri biliyordum” böbürlenmesi ile yaptığı tezvirat eklenince, anlıyorum ki dönülmez akşamın ufkuna çoktan gelmişiz. Birkaç hafta önceki yazımda “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dediğimde bazı dostlar alınganlık göstermiş, bazıları da bunu tehdit diye algılamıştı. Hayatımda kimseyi tehdit etmedim. Hatta çatışmaktansa, kavga yerini terk etmeyi, ‘hadi bana eyvallah’ demeyi yıllardır uyguluyorum. Dediğim tam da buydu; ortada öyle öfkeli bir kalkış var ki, gördüm ki kadere karşı durulamıyor… Haftalardır çırpındım ve iki gün önceki yazımda ‘artık takatim kalmadı’ dedim. Çünkü iktidar cephesindeki kararlılığı gördüm.
Allah’tan gelene ferman diye bakar, boynumuzu bükeriz. Ancak ülkemiz zarar görecek, insanımız zarar görecek, Müslümanlığımız yaralanacak, itibar kayıpları yaşanacak. Bir de mütedeyyin kitle arasında bugüne kadar, Selçuklu’dan beri, Osmanlı’dan beri hiç yaşanmamış ayrılık yaraları açılacak. Şimdi imtihanın büyüğü başlıyor. Mümin duruşlarımızı, dualarımızı terk etmeden sadece hukukun üstünlüğünü talep etmeliyiz. Daha önce defalarca belirtildi. Devlet içinde seçilmiş iradeye, halkın yetki verdiği sivil otoriteye kafa tutan, başka yerden talimat alan varsa belgeleri ortaya konularak hukuk dairesinde mutlaka işlem yapılmalıdır. Adaletin önü açılmalı ve onlardan hesap sorulmalıdır. Ama bu yapılırken işi cadı avına dönüştürerek, koskoca bir camiayı, ömürlerini hayır ve iyilik yolunda tüketen milyonlarca insanı zan altında bırakmak, hedef göstermek siyaseten bir intihar, hukuken bir katliam olur.
Ne ibretlik bir tecelli ki, güzide bir camia, muhafazakâr demokrat bir iktidar döneminde hırpalanıyor, bütün dünyaya olup biten, “iktidar-cemaat kavgası” olarak yansıtılıyor.
Ne ibretlik bir tecelli ki, Hocaefen-di’nin avukatı, aynı anda hem Mehmet Ali Şahin’e, hem de terör örgütünün Kandil’deki başı Cemil Bayık’ın, “Paris’teki PKK’lı cinayetlerini Cemaat işledi” iftirasına, aynı anda cevap veriyor…
Apaçık bir imtihandan geçiyoruz. Bu gidişatın sonu ne olur? Bu milletin kendisi olarak ayağa kalkması, Allah’ın izniyle devam edecek. Bu badireden demokrasimiz, milletimiz ve devletimiz güçlenerek çıkacaktır.