Soma maden kömüründe 13 Mayıs saat 15.30’da yaşanan iş cinayeti sonucu şu ana kadar yaşamını yitiren işçi sayısı 300’e yaklaştı ve halen ulaşılamamış işçiler bulunmakta.
Dehşet verici bir işçi katliamı yaşandı! Yürekleri parçalayan, insanı ve elbette ateşin düştüğü yer olarak ailelerini dayanılması zor acılara boğan Soma Maden Kömürü’ndeki işçi katliamından söz ediyoruz.
Yaşanan işçi katliamı karşısında devlet ve hükümet yetkilileri malum klişeleri tekrarladılar: “Devletimiz, hükümetimiz tüm kurum ve kuruluşlarıyla olay mahalline intikal etmiştir. Yaraları en kısa sürede sarılacak”, “şehit işçilerin aileleri mağdur edilmeyecek” vb. denildi.
İnsanın sorası geliyor öncelikle; maden ocakları cehenneminde “şehit olmak” öyle çok yüksek bir mertebe ise neden siz hükümet ve sermaye yetkililerinden hiç kimse o mertebeye nail olmuyorsunuz? Beyler siz ya da ailelerinizden birileri de neden bir iş kazasında “şehit” olmuyor da o mertebe hep fakirlere, işçilere nasip oluyor!
Madem “bu tür kazalar sürekli olan şeyler. Ayrıca iş kazaları yalnızca madende olur diye bir şey yok. İşin yapısında, fıtratında var” diyorsan yani işçilerin ölmeleri zaten “fıtratlarında” varsa o zaman hangi yüzle “milli yas” ilan ediyorsun?
I – İşveren neden işçinin yasını tutsun ki?
Soma işçi katliamının çapı geçmiş iş cinayetlerine oranla büyük olunca, hükümet de tepkileri bir parça olsun yumuşatmak için üç günlük “milli yas” ilan etti. İyi de kim kimin yasını tutuyor?
Asgari ücretle gün boyu, sosyal hak ve iş güvenliğinden yoksun yani her türlü iş kazasına açık halde çalıştırdığı işçi öldüğünde aynı işveren neden işçinin yasını tutacakmış? “Yas tutuyorum” dese bile zerre kadar inandırıcı olur mu?
Anadolu ve Kürdistan’ın kimi kentlerinde işçinin banka hesabına yasa gereği asgari ücreti yatırmak zorunda kalan ama daha ilk günden işçiyi işe alırken; “bakın asgari ücreti yasa gereği senin banka hesabına yatıracağım ama sen her ay yatırdığım paranın 200 lirasını bana elden iade edeceksin, etmezsen anında seni işten çıkarırım” diyen ve bunu uygulayan bir işveren neden iş kazalarında (cinayetlerinde) ölen aynı işçinin yasını tutsun ki? Tutarsa riyakarlık etmiş olmaz mı?
Devlet işletmesi bir ton kömürü 130 dolara mal ederken, özelleştirme sonucu işletmeyi alarak maliyeti ton başına 24 dolara kadar düşürebilen ve bununla da övünen yani işçiyi kölece çalıştıran bir işveren aynı işçi ölünce neden yasını tutsun ki?
AKP hükümeti; sermayenin “üretimin katılıkları” yani küresel rekabetin engelleri olarak görüp esnetilmesini istediği adımları atarken; somutta asgari ücretin esnekleştirilmesi, kiralık işçiliğin getirilmesi, eğitimin ekonominin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılması, iş güvencesinin kaldırılması, kıdem tazminatının esnekleştirilmesi gibi ekonomik, sosyal yeni adımlar atarak sermayeyi küresel rekabete hazırlayan hükümet tam da bu adımlar nedeniyle ölen işçi için neden “milli yas” ilan ediyor? Bu tam bir iki yüzlülük değil mi?
Kiralık işçilik, ödünç işçilik, geçici, özel istihdam büroları, kısmi zamanlı çalışma, işin paylaşılması, aynı işçinin birden fazla taşeron firmada çalışmaya zorlanması ve kamu alanında da çalışma saatlerinin özel sektör benzeri erkene alınması gibi adı bile mide bulandırıcı olan bu köle ticareti benzeri uygulamaları işverenlerin istekleri doğrultusunda yasalaştıran hükümet yani işçinin ölmesi için tüm şartları hazırlayanlar işçi ölünce niye yasını tutsun ki?
İnsani ve hümanist değerlerin izlerini taşımayan, işçiyi iliklerine kadar vahşi kapitalizm altında sömüren, çalışmada işçiye ortaçağ kapitalizmini aratmayan uygulamaları dayatan aynı işverenler, işçiler iş cinayetlerde yaşamlarını yitirence yasını tutarlar mı? Hayır! “Evet, tutarlar” diyen herkes yalan söylüyor, ikiyüzlüce davranıyor demektir.
II- İş cinayetlerinin temelinde esas olarak özelleştirme-taşeronlaştırma yatıyor!
Aslında yukarıda iş cinayetlerinin nedenlerini özetlemiş olduk ama bir başka açıdan bu nedenleri irdeleyelim. Öncelikle, ekonominin özel sektör başta olmak üzere emek rejiminin, sermayenin çıkarları doğrultusunda esneklik adı altında “katılıklarından arındırılması” yönelimi beraberinde bir dizi yeni uygulama getirdi. Bunların başında özelleştirme-taşeronlaştırma furyası gelmektedir. Devlet önce belli başlı tüm kamu kuruluşlarını bir bir özelleştirme adı altında özel sektöre peşkeş çekti.
İkinci adım; özel sektörde ki büyük sermaye grupların (holdingler) büyük fabrika ve işletmelerinde üretimin belli başlı ünitelerini onlarca küçük taşeron firmaya devretme süreci başladı. Koç, Sabancı, Boyner, Ülker, Soma gibi belli başlı tüm büyük sermaye grupları işletmelerinde küçük bir bölümün dışında ki üretim ünitelerini taşeron firmalara bir nevi kiraladılar. Bütün bunların yasal düzenlemelerini sağlayan aynı devlet-hükümet de; sağlık, eğitim, adalet gibi başlıca kamusal alanlarda ki bir dizi hizmet ünitelerini taşeron firmalara devretmeye başladı ve bu devam ediyor.
Böylece büyük sermaye grupları örneğin 3000 işçinin çalıştığı bir fabrikada ortalama 500-1000 arası kalifiye işçiye nispeten sosyal haklarla donatılmış ve kısmen yüksek ücretli çalışma koşullarını sağlarken geri kalan 2000-2500 işçiyi ise onlarca ayrı taşeron firmanın insafına terk etmektedir!
Taşeron firma aldığı işçiye; her türlü güvenceden yoksun, düşük ücret ve uzun çalışma saatlerini uyguladığı vahşi kapitalizm sistemini uygulamakta. Böylece “beyefendi” Koç, Sabancı, Ülker, ateşteki kestaneleri taşeron işveren eliyle toplamakta!
Devlete ait Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda bir ton kömür 130 dolara mal olurken, taşeron sistemini uygulayan özel sektöre devredildiğinde ise bu maliyet 24 dolara kadar geriletilmekte. Kimin sırtında? Düşük ücret, sosyal haklardan yoksun, uzun çalışma saatleri ve iş güvencesinden yoksun çalışmaya zorlanan işçinin sırtında! İşte iş cinayetlerinin asıl sorumlusu sistem budur! Düşürülen maliyetin bedeli iş güvenliğiyle doğrudan ilişkili olup işçi bu bedeli canıyla ödemiştir.
Bir Soma işçisi bunu şöyle özetler: “devlet 3000 bin lira maaş verirken özel sektör 1000-1300 liraya çalıştırıyor. Farkımız ne daha fazla çalışmak. Özelleştirilmezse biz hem daha fazla maaş alırdık hem de daha güvende olurduk” derken özelleştirme-taşeronlaştırma sistemini özetliyordu.
Üçüncüsü; Soma katliamında işverenin sorumluluğu olduğu kadar hükümetin de sorumluluğu var. İşverenin sınırsız kâr hırsına, hükümet çıkardığı UİS gibi yasalarla işverenlerin vahşi kapitalizme adım atması için her türlü yasal zemini sağlamıştır. Dolaysıyla Soma işçi katliamının sorumlusu Soma Holding olduğu kadar hükümettir.
Sorumlu, kapitalist sömürü düzeni ve onun günümüzdeki en vahşi yüzü olan özelleştirme-taşeronlaştırma sistemidir. Sorumlu bu işin “fıtratında var” diyen başbakandır.
“2000 ile 2010 arası Amerika’da 100 milyon ton üretim başına ölüm oranı 6 kişi. Hadi orası Amerika peki iş güvenliği açısında en çok eleştirilen Çin’de durum ne? Ortalama 200 kişi. Peki ya Türkiye? Ortalama 700 üzerinde” diyor Eyüp Can Radikal’deki yazısında. Veriler Türkiye’nin maden ocakları başta olmak üzere iş kazalarında en kötüler arasında yer aldığını gösteriyor. Demek ki işin “fıtratında” ölüm yokmuş, hele hele Türkiye’de olduğu gibi yüksek ölüm oranı hiç yokmuş!
III - Kürdistan’da önümüzdeki yıllarda iş kazalarında artış olacak!
Çin nasıl ki küresel sermaye tarafından dünya kapitalizminin ucuz iş atölyesi olarak görülüp öyle davranılıyorsa, Kuzey Kürdistan’da Türkiye ve Ortadoğu kapitalizminin ucuz iş gücü atölyesi olarak değerlendirilmek isteniyor. Ki hükümetin geliştirdiği “Ulusal İstihdam Stratejisi” (UİS) ile genelde Türkiye ama özelde de “pilot bölge” olarak Kuzey Kürdistan’da Çin tarzı kapitalist birikim modelinin uygulanması amaçlanıyor. Zaten eski bakan Zafer Çağlayan bir süre önce bu modelin “pilot bölge olarak Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde uygulanacağı”nı söylemişti.
Uygulanacak bölgesel ve hatta sektörel asgari ücretle yani karın tokluğu bile denilmeyecek ücretle, sosyal haklardan arındırılmış çalışma koşulları ile ve hatta işçileri evlerinden bile kopartacak olan iş yerleri bitişindeki barakalardaki yaşama zorlayacak uygulamalarla, Türkiye kapitalizmi küresel rekabete hazırlanıyor. Gerek UİS gerekse YTS ile kapitalizmin Kürdistan’ın en ücra köşesine varana kadar derinlemesine taşındığı süreçte, esneklik adı altında sosyal güvenlikten arındırılmış, uzun çalışma saatleri ve ağır sömürü koşulları dikkate alındığında önümüzdeki yıllarda iş kazaları adı altında işçi cinayetlerinin artacağı bir sürece girebiliriz.
DİSK’in bu katliamların son bulması için öne sürdüğü acil taleplerin Kürdistan’da da uğruna mücadele edilmesi gereken taleplerdir. DİSK:
“1. İş cinayetlerinin artışına neden olan taşeron çalıştırma derhal yasaklamalıdır.
2. Özelleştirildikten sonra seri cinayetlerle gündeme gelen tüm madenler derhal yeniden kamulaştırmalıdır.
3. İşçi sağlığı sorununu özelleştiren iş güvenliği yasası çöpe atılmalı, tüm denetim yetkisi emek ve meslek örgütlerine verilmelidir.
4. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı derhal istifa etmelidir” diyor. Dördüncü şıkta ki bakan yerine hükümetin istifası istenmelidir.
Şunu ekleyerek yazıyı bitirelim; Soma işçi katliamı sokakların ısınmasında bir başka önemli adım olacaktır, buna hazır olmalıyız.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.