Korkunç bir olay. Korkunç. Ve saat saat korkunçlaşıyor. Aynı zamanda, esrarını da koruyor. Ne oldu? Niçin oldu? Bazı yorumlar, tahminler sosyal medyada dolaşmaya başladı. Kulağa mantıklı geliyor, ama konunun inceliklerini bilmeden teşhis koymak da mümkün değil.
Olay kendisi korkunç olmasına yeterince korkunç. Ama olay karşısında özellikle iktidardan gelen bazı tepkiler de korkunç. Böyle bir olay olmuş, insanın aklına ilk gelen şey maden kazalarının istatistiğini çıkarmak olabilir mi? “Orada olmuş, burada olmuş, demek ki bizde de olması normal. Sakın bu oldu diye iktidarı suçlamayın!” Bu, iktidarın birtakım akıldanelerinin otomatik refleksi olarak çıkıyor.
Ama iktidarın kendisi de verilen aklı havada kapıyor. Başbakan’ı basın toplantısında konuşurken hayretler içinde dinliyorum: “Bu, işin fıtratında var,” diyor. Olağan bir şeyle karşı karşıyayız yani...
Bu aynı iktidarın nükleer santral projeleri olduğunu biliyoruz. Başbakan’ın bu cevabını dinlerken, şu kadar zaman sonra bir nükleer santral kazası ve radyasyon bilmemnesinden sonra, “işin fıtratında var” diye durumu açıklayan biri gözümün önünde canlanıyor.
Kazanın ne kadar olağan olduğunu kanıtlamak üzere önümüze sunulan kanıtlara bakınca, tragedyayı hafifletmek için mi, her ne içinse, Başbakan’ın komedya yoluna saptığı izlenimi doğuyor. 1860’lı bir tarih veriyor. O tarihte Britanya’da mı, bir yerde, kömür madeni kazası olmuş.
Britanya sahip olduğu demir ve kömür madenlerinin zenginliği sayesinde sanayi devriminin öncüsü olmuştu. Evet, çok kaza oldu, orada da, başka ülkelerde de. İnsanlık, madenlerde neden ve nasıl kaza olduğunu bu somut deneyimlerden öğrendi --her alanda olduğu gibi.
Ama bu, yüz altmış yıl önceki kazayı söyleyip “orada da oluyor” demenin absürditesini azaltmıyor.
Bir madende kaza olması, doğrudan doğruya hükümeti sorumlu kılan bir olay gibi görülmeyebilir. Dolaylı olarak ister istemez bağlar kurulacaktır; ihmal vardır ve hükümet yeterli denetim yapmamıştır, şudur budur; memurlarının dikkatsizliğinden de son analizde hükümet sorumludur.
Gelgelelim, şu somut olayda hükümeti doğrudan sorumluluk içine sokan önemli bir etken var: evet, önergeden söz ediyorum. CHP’den biri Soma’da maden işlerinin iyi yürümediğini saptayarak önerge vermiş, “komisyon kurulsun” talebi olmuş vb. Bunlar, AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş.
Kazadan sonra, basın toplantısı yapan Başbakan’a bu da soruldu. Sorulmaması herhalde düşünülemezdi. Başbakan “smaç” yapsın diye “Başka yerlerde de oluyor mu?” türünden bir “soru” soran gazetecilerin yanında bu önergeyi de soran birinin çıkmasını Başbakan henüz önleyemedi. Dolayısıyla herhalde kendisi de bunun sorulmasını bekliyordu.
Cevap verdi. Önergenin başlığında “Soma” lafı geçiyormuş, ama önergede ondan bahis yokmuş. Önergeyi zaten CHP vakit geçirmek, engelleme yapmak için vermiş. Yani önergenin Soma’yla ilgisi yokmuş.
Sonra önergenin metni açıklandı. Kazanın olduğu firmanın adı özellikle geçmiyor, ama, evet, Soma’dan başka bir şeyden söz edilmiyor. Soma’da şu oluyor, Soma’da bu oluyor, gelin bu işi inceleyelim, diyen bir önerge. Ne demesi bekleniyordu, Başbakan’ın ve partisinin önem vermesi için? Falan firmanın işlettiği filan maden ocağında bilmemne günü kaza olacak diye mi yazmalıydı milletvekili?
Yani, efendiler, uyarı var, uyaran da var --ama uyarılan yok. Size kötü şeyler olabileceğinin işareti verilmiş. Tınmamışsınız. Kimbilir neleri düşünerek; “Hayır” demişsiniz, gitmiş. Şimdi, anlatın, “Aslında taktikti. Soma’yla ilgisi yoktu” falan filan...
Bugünlerde böyle anlattığınız hikâyeler birikiyor. Üst üste yığılıyor.
Ama elinize geçirdiğiniz iktidarı ne pahasına olursa olsun bırakmamak dışında bir sorununuz yok. Asıl hikâye de bu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.