Sağ popülizmin yaygınlaşmasından söz edip duruyoruz. Oysa görece yakın zamanlara kadar popülizm soldaki siyasî çizgilerden biri olarak bilinirdi. Erken "maruf" popülistlerden biri olan Peron böyle bir çizgi tutturmuştu. Latin Amerika öteden beri popülizmin mümbit topraklarındandır. Zapata, Pancho Villa gene ayağını sola basan popülist önderler. Venezuella'da Chavez de bu türün son örneklerinden biriydi.
"Popülizm" kavramı "halk"tan geldiğine göre, bununla "sol" arasında bir akrabalık kurmanın mantığı da anlaşılıyor. Ama aynı nedenle, "sol"dan birileri de buna şiddetle itiraz edecektir. Bence de haklı olarak, bu tür popülizmin asıl amacının kitleleri gerçekten "sol" denecek bir siyasî anlayıştan uzaklaştırmak olduğunu söyleyeceklerdir.
Ama şimdi dağı taşı tutmuş olan popülizmin solla bu kadar da ilgisi yok; olduğuna dair bir iddiası da yok. Bu yeni popülizm sağın içinden çıkıyor, sağın görüşlerini büyük ölçüde paylaşıyor. Ama sağın geleneksel partileriyle kıyaslanamayacak ölçüde halk kriterlerine yakın duruyor. Sağ popülizm daha ilk oluşma anından başlayarak, faşizan. Böyle olmaması mümkün değil; çünkü oluşumunda geleneksel sağın önemli katkıları olan ulusal ve uluslararası hukuka karşı. Daha doğrusu, "hukukîlik"e karşı. Bu tür popülizm bir tehlike, bir tehdit tesbit ediyor. Bu, kural olarak, kitlelerin de korktuğu bir şey- söz gelişi, "İslâmî terör!" Bu "büyük tehlike karşısında "insan hakları," "göçmen hukuku" vb. değerlerin bir "zaaf" teşkil ettiğini söylüyor. Böyle fantezilere prim verirsek korkulan o terör -ya da tehdit neyse- bizi yer bitirir. Dolayısıyla bunları öne çıkaranlar aslında o düşmana yardımcı oluyorlar. İnsan hakları bizim "aşil topuğumuz" gibi bir şey.
Bütün bunları birbirine bağlayan bir mantığa "faşist"ten başka bir ad vermek zor. Bu faşizan popülizmin "tehdit" diye sıraladığı şeyler toplumun hatırı sayılır tarafından da "tehdit" olarak kabul edildiği için klasik faşizmde gördüğümüz "kitle desteği" de oluşan resimde eksik değil. Dolayısıyla bu tip sağ popülizmin, yaşadığımız çağın faşizmi olduğunu söylemek sanırım çok yanlış değil.
Bu arada solda ne oluyor? Öncelikle üç toplumu düşünüyorum: Yunanistan, Britanya, Amerika.
Yunanistan'da Tsipras'ın soldaki iki geleneksel partiyi neredeyse sıfırlayarak iktidara gelmesi şaşırtıcı oldu. Ben Yunan solunu hep "popülist" bellediğim için (tabii özellikle PASOK'u) şaşırdım: Daha da "popülist" olanı mı arıyorlar, diye. Şimdi bu konuya girmeyeyim, ama Yunanistan'da "sol" ilginçtir. Bunu sonraki bir yazıda konuşalım.
Britanya ve Amerika'da son dönemde tanıdığımız Corbyn ve Sanders başka tipten solcular - Tsipras'la aynı hamurdan değil, çok farklı bir hamurdan yapılmış gibiler. İkisinin de, ama özellikle Corbyn'in "popülist" denebilecek bir tavrı yok. Popülist olmadıkları gibi, "Yeni Sol"dan çıkmadıkları, "Yeni Sol"a karşı oldukları da belli. Ama ikisi de belirli kesimler tarafından tutuluyor. Galiba "Ama tutuluyor" değil de, "O nedenle tutuluyor" demek daha doğru.
Corbyn partide seçildiğinden beri Labour'ın milletvekilleriyle -ya da onlar onunla- kavgalı. Nitekim onlar -bu günlerde- onu geldiği yerden uzaklaştırmak istediler, ama olmadı, başaramadılar. Corbyn'i tutan, onun için çalışan gençler olduğunu duyuyorum; ama daha önemlisi, Corbyn sonrasında partiye giren daha çok sayıda genç olduğunu duyuyorum. Üstelik, parti kuralları gereği, bunlar yeni üye oldukları için oy verememişler. Yoksa Corbyn'in desteği daha da fazla olacakmış.
Bernie Sanders'ın çıkışı daha yalın bir çizgi izledi çünkü Amerika'daki süreç o kadar girintili çıkıntılı değil. Hillary Clinton'la birlikte adaylığını koydu, ondan epey farklı - tabii çok daha sol- bir gelecek kurma amacını söyledi, duyurdu. Demokrat Parti tabanında kimsenin desteklemediği kadar destekçi buldu. Ama kampanya ilerledikçe, Hillary Clinton'ın arkasına düştü.
Bernie Sanders'ın söylemi sanırım Amerika'da olduğu için insanlara çok radikal ve çarpıcı geldi. Yıllardır, başkanlık yarışlarında Sanders gibi konuşulmaz; böyle bir sistem eleştirisi yapılmaz. Corbyn'e yaklaşan bir biçimde Sanders da oldukça eski bir "sol söylem"le çıktı.
Şimdi bu iki politikacı hakkında aynı soru soruluyor. "İktidar" olmaları mümkün mü? Bernie Sanders Amerika'da uzun zamandır benzeri işitilmemiş bir ses çıkardı, unutulmuş sözler söyledi. Bunlara birçok insan kulak verdi, birçok insan bunların söylenmesinden mutlu oldu. Sanders'a sevgiyle bağlananlar oldu. Bunlar oldu da, Bernie Sanders Amerika'da kendi partisinin başkan adayı olabilir mi? Bernie Sanders'ın söylediklerini söyleyen biri Amerika'nın başkanı olabilir mi?
Aynı ya da "aynı" demeyelim, benzer biçimde, Corbyn Britanya'da Labour Party'ye seçim kazandırabilir mi? Bir küçük ön-deneme oldu sayılırsa, "Avrupa'dan ayrılmayalım" dedi, ama kendi seçmeni sayılacak insanlar bile "Ayrılıyoruz" dedi. Bu, bir genel seçimin olası sonuçlarına bir sinyal sayılır mı?
Benim bu sorulara cevabım olumsuz. Sanders'ın cevabı zaten verilmiş durumda. Onun veya başkasının aynı söylemle daha ileri gidebileceğini de düşünmüyorum. Corbyn'den de bir genel seçim zaferi beklemiyorum. Corbyn bana tekrar Labour Party'nin verdiği "popülizme hayır" oyu gibi görünüyor. Özellikle Blair'e verilmiş bir cevap gibi görünüyor. Bu da bence yeterince iyi, yeterince olumlu. Thatcher madenleri kapatmıştı; Blair bir "Thatcher taklidi" olarak ortaya çıktı; Corbyn madenleri yeniden açabilir. Bunları birer "simge" olarak söylüyorum. Madenleri yeniden açmak gibi bir sol siyaset olamaz ve olmamalı ama Thatcher taklidi bir sol politika da olmamalı.
Sanders ve Corbyn "iktidar" olmak zorunda değil. Ama ikisi de, bugün muhalefetle olsa da, dünyada azımsanmayacak bir sol potansiyel olduğunu gösterdiler. Bu aşamada yeniden Yunanistan'a ve Tsipras'a dönebiliriz ve buna İspanya'yı, başka örnekleri de ekleyebiliriz. Şu anda dünyanın sorunları, Thatcher-Reagan-Kohl dönemine kadar "sol"un tanıdığı sorunlardan bir hayli farklı. "Bizimkiler/onlar ve onlarınkiler" hesapları da baştan aşağı değişti. Bunların cevabı kömür madenlerini yeniden çalıştırmak ya da demiryollarını yeniden devleştirmek değil bence. Ama en azından, bir cevabı "solda" aramanın "anakronik," "günü geçmiş" bir şey olmadığını, "sol"u yeniden kurmanın anlamsız bir çaba olmadığını gösterdiler.
Öyle tahmin ediyorum ki "alâmetler çoğalacak!"
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.