Hâlâ PKK'nın Öcalan'ı etkisizleştirdiğini kabul etmeyenlerin, KCK'nın 17 Haziran tarihli açıklamasını okuması kâfi. Şöyle deniyor bildiride:
[Öcalan], Kürt sorununun çözümünde bir boyutu devrimci halk savaşı diğer boyutu da demokratik anayasal çözüm olan iki boyutlu olan bu sürecin anayasal çözümün gelişmesine fırsat sunulması bakımından KCK'nin devrimci halk savaşını devreye koymaması için çağrı yapmıştır.
Bildirinin bundan sonrası "ancak" diye başlayan itirazlarla dolu. En sondaysa, Öcalan'ın çağrısına uyup uymamak noktasında istişare edip açıklama yapacakları söyleniyor. Gerisini siz de biliyorsunuz zaten: "Barış Konseyi kuruluyor" açıklamasının ardından gelen Silvan pususu ile demokratik özerklik ilanı; plaj veya sağlık ocağı, sivil ya da asker ayırt etmeden yapılan saldırılar...
PKK, DTK ve BDP'yi de yanına alarak, yıllardır muhatap alınması için uğraştığı kişiyi muhatap almayarak bariz biçimde çiğnedi. Şiddetin dozunu artırdı ve halkı galeyana gelmeye çağırdı. "Devrimci halk savaşı" çağrılarına rağmen, BDP tabanıysa hâlâ büyük çoğunlukla "barış" dediği için "dağdaki hesap ovaya uymadı".
Devlet de şu ana kadar eski devlet refleksine rûcu etmiş değil. Ancak PKK, bunun olması için tüm sınırları zorluyor. En son Şemdinli'de bir düğünün davetlileri arasına sızarak Emniyet Müdürlüğü'ne yaptıkları saldırı da bunu gösteriyor. Mezkûr saldırıda sivillerin ölmesiniyse "devlet terörü" diye izah etmeye çalışıyor. Sanırım Kürtlerin "Sivil ölümlerine karşı bu kadar duyarlıysan, ne diye şehrin orta yerinde sivil kılığında saldırıya kalkışıyorsun?" diye soramayacak kadar basiretsiz olduğu düşünülüyor! Bu zihniyetle devam edilirse önümüz karanlık...
'Kürt siyaseti'nin artık bir karar vermesi şart: Öcalan'ın çağrı yaptığı yola dönüp demokratik siyaset zemininde mi mücadele edecekler, yoksa bir tür gövde gösterisi yaparcasına kan akıtmaya devam mı edecekler? Öcalan'ın "anayasal çözümün gelişmesine fırsat sunmak" olarak tanımladığı ilk seçenek tercih edilmezse, devlet de "boyun eğmeyeceğini" gösterecektir. Ve bunu, BDP'li siyasetçilerin sıklıkla başvurduğu bir kalıba atıfla "tehdit değil, tesbit" olarak yazdığımdan emin olabilirsiniz.
İkinci seçenekte ısrar edenlere, bu tercihten nasıl bir hayır umduklarını da sormak lazım: Dersim'de halı sahada maç yapan komiseri ve onu izlemeye gelen eşini bile öldüren bir örgüt varken, KCK davasına dair itirazların dile getirilmesinin ne anlamı olabilir? Kendi eliyle sivilleri katleden bir örgüt varken, Kandil'deki yedi sivili kimin öldürdüğünü tartışmanın bir kıymeti kalır mı? Bir kaymakam adayı dahil yirmiye yakın vatandaşımızı rehin almış bir örgüt varken, Öcalan'ın kimle görüştürülüp görüştürülmediği umursanır mı? Çukurca'daki askerlerin nasıl kanına girdiklerini saniye saniye gösteren videoları paylaşan bir örgüt varken, Yıldırım Ayhan'ın ölümü üzerine bir dakika durup düşünülür mü?
"Meclis'te siyasetin zemini oluşmamıştır" demenin "Sözün bittiği yerdeyiz" demekten hiçbir farkı yoktur. Şiddetin değil, siyasetin amaç olduğuna dair bir irade gösterilmediği sürece, "o efsunlu kelime"yi zikretmenin veya haklı talepleri dile getirmenin suya yazı yazmak kadar etkisi oluyor; çünkü neticede kan, sözü örtüyor. Bu iradeyse ancak, şiddeti siyasete ilk tercih edenlerin, tekrar siyasetin önünü açması sayesinde gösterilebilir.
Bazı Taraf yazarlarına bir hatırlatma
Türkiye'nin İsrail'le askerî bir karşılaşma yaşamasını istemiyor olabilirsiniz. Kaygılarınızda haklı olabilirsiniz. Kürt meselesi çözülmeden böylesi bir ateşe girmeye karşı olabilirsiniz; hatta bu hususta size katılabilirim de. Ancak karşı çıkışınızı lütfen Palmer raporunun haksızlığını hafifleterek, zulme karşı hayatlarını ortaya koymuş Mavi Marmara katılımcılarına istihzayla yaklaşarak ve de İHH'yı hedefe koyarak yapmayınız. Zira, her zaman sevgiyle andığım Taraf'ın defaatle kanıtladığı gibi "gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır".
Ayrıca "Doğrusu bu olabilir mi?" mütevazılığıyla tavsiyede bulunmak başkadır; sivillikten not verip hesap sormak başka. Ve ikisinin arasındaki farkı hiçbir Nurettin Topçu alıntısı kapayamaz. Türkiye'deki herkes gibi Müslümanlar da "başöğretmen"lerden çok çekti. İster 'içerden' olsun ister dışardan, bunun liberal versiyonlarına ihtiyaç duyulduğunu pek sanmıyorum.
Dâim muhabbetle.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.