KENT/ İNGİLTERE- DPI’ın “karşılaştırmalı çalışma gezileri” başlığıyla düzenlediği programın Temmuz 2011’de başlayan Birleşik Krallık ve İrlanda bölümü bugün sona eriyor.
Birkaç kere yazdım, DPI’ın internet sitesinde de ayrıntılı olarak var, ama ben tekrar kısaca hatırlatayım. Bu program kapsamında İngiltere, K. İrlanda, İskoçya, İrlanda Cumhuriyeti ve Galler’de bulunduk. Çalışmalara Türkiye’den AKP, CHP ve BDP milletvekilleri, gazeteciler ve akademisyenler katıldı. Heyetimiz; Londra, Belfast, Edinburgh, Dublin ve Cardiff’te değişik düzeylerde çok sayıda görüşme yaptı. Görüşmelerin odak noktasını, K. İrlanda barış süreci ve Birleşik Krallık genelinde “yetki devri”ne dayanan siyasi ve idari yapı oluşturdu.
Çalışmalarımız boyunca silahlı çatışmaların sonlandırılması, barışın tesisi ve ihtilafların çözümü konusunda siyasal alanın ve demokratik usullerin ne kadar önemli, dahası belirleyici nitelikte olduğunu bir kez daha gördük.
Zaten DPI’ın bu çalışmalarının amacı da, çatışma çözümüne ve barış süreçlerine dair farklı deneyimleri Türkiye kamuoyuna ilk elden yansıtmak ve böylece demokratik çözüm arayışlarına katkı sunmaktır.
Kürt sorununun müzakere yoluyla demokratik siyasal düzlemde çözülmesi için Türkiye’de uzun zamandır arayışlar var. Mesela devletin çeşitli birimlerinin PKK ile doğrudan “müzakere” yürüttükleri artık bir sır değil. Müzakerelerin sonuç vermeye en fazla yaklaştığı girişimin, “Oslo süreci” olduğunu da artık biliyoruz.
Ancak bütün bu “müzakere” tecrübeleri sırasında, en hayati boyut hep eksik kaldı. Bu eksiklik, bir ölçüde müzakere kavramına verilen anlamla da bağlantılı.
Müzakere deyince, çoğu kişi silahlı örgütle, burada PKK ile görüşmeyi anlıyor; daha doğrusu sadece bunu anlıyor.
Şiddet unsuru içeren sorunlarda, silahların nihai bir şekilde susması için yapılan görüşmelerin çok önemli olduğu doğrudur. Lakin müzakere denen şey, bundan ibaret değildir.
Müzakere, çatışmaların barışçıl çözümü için çeşitli araçların ve yöntemlerin kullanıldığı “çok katmanlı, çok boyutlu bir süreç”tir. Siyaset, bu boyutları birbirine yapıştıran tutkal gibidir. Başka deyişle, müzakere sürecinin ruhu siyasette cisimleşir.
Siyasetin varoluş temeli ise, çoğulluk ve özgürlüktür. Tekçi ve yasakçı her girişim, siyasetin varoluş şartlarını tahrip eder. Siyasetin işlemediği bir ortamda, silahların susmasını hedefleyen görüşmelerin başarıya ulaşma şansı yoktur. Zira siyaset, hem şiddetin en anlamlı alternatifi, hem de silahları bırakmanın en büyük ödülüdür.
Öte yandan, siyaset, toplumsallığın, yani bir toplum hâlinde birarada var olmanın kurucu edimidir.
Birleşik Krallık gezilerimizin odak noktalarından olan K. İrlanda barış süreci, siyasetin silahları susturma işlevine dair en başarılı örneklerinden birini oluşturuyor. Galler ise, siyasetin, farklılık içinde birlikte yaşama zeminini güçlendirme işlevinin güzel bir modeli olarak duruyor.
Türkiye ise, müzakere konusundaki en ciddi denemesinde bile, siyasetin bu işlevlerine gereken değeri vermedi. Aksine, siyaseti tıkayacak şeyler yaptı. KCK operasyonları, bunun en çarpıcı ve acıtıcı göstergesidir.
Bu operasyonlar, tam da Oslo görüşmelerinin giderek derinleştiği aşamada başladı ve giderek yayıldı. Başından beri KCK operasyonlarının Kürt hareketini siyaseten tasfiye etmeye yönelik bir proje olduğu belliydi. İnzibati ve adli araçlar, bu amaç için dibine kadar istismar edildi. Oysa tasfiye edilen şey, Kürt siyasi hareketi değil, bizatihi siyasetin kendisi oldu.
KESK’i hedef alan son dalgayla, tasfiye projesinin şimdiye kadarki en yüksek noktasına ulaşıldı. Bu operasyon, siyaseti tasfiye etme ihtirasının, sistemi otoriterliğin de ötesinde, totaliterliğe yönlendireceğini bir kez daha gösterdi. Zira siyasetin tasfiyesi, özgürlüğün ve çoğulluğun yok edilmesini de zorunlu olarak beraberinde getirir. Özgürlüğün yokluğu otoriterlik, çoğulluğun yokluğu totaliterlik demektir.
Vurgulamakta yarar var: Siyaseti tasfiye projesinin arkasında hangi güç bulunursa bulunsun, siyasi ve tarihî sorumluluk hükümettedir. Esasen hükümet de, projenin patenti kendisine ait olsun olmasın, söylem ve eylemleriyle, böyle bir projenin yürütülmesi için son derece elverişli bir ortam yaratmıştır. Lakin unutmamak gerekir ki, siyasetin imhası, neticede hükümeti de vurur. Onun meşruluk kaynaklarını kurutur, varlık temellerini çürütür.
Siyasetin böylesine itibarsızlaştırılması; şiddet ve nefret melanetlerine bir davetiyedir. Özgürlüğün yitimi şiddet eğilimini, çoğulluğun yitimi de nefret hareketlerini teşvik eder.
Nefret temelli saldırıların, öncelikle ve özellikle siyaseti, yani özgürlüğü ve çoğulluğu savunanları hedef alması, işin doğası gereğidir. Bunun son örneğini, bu gezi boyunca çok yakınımızda, hatta tam içimizde hissettik. Yeni Akit gazetesi ile Habervaktim.com adlı internet sitesi, kötülükte sınır tanımaz bir şekilde Ali Bayramoğlu’na saldırdı. Bu nefret yuvalarının amacı, onun üzerinden özgürlük ve çoğulluk değerlerini ve bu değerlere yönelik arayışları vurmaktır. Hedefin böyle seçilmesi ise hiç tesadüf değildir. Zira Ali Bayramoğlu, bu ülkede siyasetin önemini ve işlevini çok etkili bir yetkinlikle işleyen; özgürlüğü ve çoğulluğu bıkmadan ve korkmadan savunan insanların başında geliyor.
Sevindirici olan şu ki, bu iğrenç nefret saldırısı değişik çevrelerden ciddi bir tepki gördü.
Kaç gündür “dersler çıkarmak”tan bahsediyoruz ya, bu da o sefillere ders olsun...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.