Siyaset, çok zaman, sık sık, net tavır almayı gerekli kılan bir etkinliktir. Somut bir durumla karşılaşırız: diyelim ki, bu durum karşısında “A”, “B” ve “C” tavırlarını benimsemek mümkündür. Tabii, hangisini benimseyeceğimiz de, uzun vadede varmak istediğimiz yere bağlıdır. Hiçbir sorun, böyle bir geniş bağlamdan soyutlanarak, tek başına anlaşılamaz, ele alınamaz. Dediğim bu “A”, “B” ve “C” alternatifleri, gerçekte, birbirlerini eleyen, yok eden şeyler değildir. Hepsi yanyana varolabilir ve zaten varolmaya devam ederler. Ama, “siyaset yapan bizler”, kendi eylem programımızı çizmek zorundayızdır. Onu çizmiş ve sözgelişi “C”de karar kılmışsak, orada yoğunlaşmamız gerekir. Bu durum da, bizi, sanki “A” ve “B” yokmuş gibi davranmaya iter, itebilir.
Bir somut konjonktürde, olası siyasetleri düşündük, uzun vadeli hesaplarımız çerçevesinde, “faşizme karşı halk cephesi” yolunu uygun bulduk. Demek ki, bazı noktalarda daha yakın, bazı noktalarda daha uzak olduğumuz bazı “yol arkadaşları” ile birlikte ilerleyeceğiz. O “yol arkadaşı”mızın hiç hazzetmediğimiz bazı inançları ya da davranışları olabilir. Durup durup bunları dile getirmekten sakınmamız gerek; yoksa ne “yol” kalır, ne “arkadaşlık”.
Derken, vaktiyle Stalin önderliğinde olduğu gibi, “sosyal- demokrasi”nin uzun vadede en tehlikeli düşmanımız olduğuna kanaat getirdik. Yani, yukarıdakinin tam tersi. Ama ben bu yazıda hangi siyasetin niçin doğru olduğunu tartışmıyorum.
Siyasetin içeriğine değil, biçimine ilişkin bir şey söylüyorum. Doğru ya da yanlış bir analizle, kararla vb. bu sefer de “sosyal demokrasi”nin düşman olduğuna karar verdiyseniz her şeyi buna göre yeniden inşa edeceksiniz.
İşte, “siyaset yapmak” denen ince sanatla “dogmatizm” denen oldukça kaba saba yaklaşımın birbirinden ayrıldığı, ayrılması gereken nokta burada.
Kısa, orta, uzun vadeli birtakım hedefleri, nirengileri gözeterek verdiğiniz karara göre net bir siyasî çizgi izlemeniz, o karara göre davranmanız gerekiyor. Ama bu, “hadd-i zatı”nda böyle olan bir durumun sonucu değil, “ontolojik” bir şey değil. “Sosyal-demokrasi” çok iyi bir şey olduğu için “Birleşik Halk Cephesi” kurmuyorsunuz; “Sosyal-demokrasi” çok iğrenç bir şey olduğu için “sınıfa karşı sınıf” ya da buna benzer bir şey demiyorsunuz. Bu ya da şu “mutlak doğru” olduğu için siz onu seçmiş değilsiniz; başka bir yerde hesabı, değerlendirmesi, sağlaması yapılmış uzun vadeli hedeflerinize varmanızı kolaylaştıracak bir yol olduğunu düşündüğünüz için seçiyorsunuz “bu” ya da “şu” yolu. Ve arızasız hiçbir yol yok.
Ama bu şekilde seçilmiş siyaseti “mutlak doğru”nun dikte ettiği yol olarak kavrama eğilimi çok yaygın bir eğilimdir. Bu bir “militan” tavrıdır: başka doğru yokmuş gibi benimsemek, sarılmak. Bu “militan” tavrının yaygın sonucu, başka olgular da olduğunu düşünmeyi de yasaklamaktır. Bu da, dogmatizm’in egemenliği demektir. Ölümcüldür.
Belirli bir somut konjonktürde belirli insanların belirli bir sorunla başa çıkmak için düşünüp üstünde karara vardıkları bir yöntemi her yerde ve her zaman uygulanacak tek doğru yöntem ilân etmek... “Dogmatizm” budur.
Bu eğilim bizde çok güçlü. Düşüncedeki bir farklılaşmayı her anlamda bir dışlamanın temeli yapma eğilimi çok yaygın. Örneğin şimdi “Barış Süreci” tartışması hemen bu tür bir kamplaşma yaratmaya başladı.
Bir hatırlatma daha: bizler bu toplumsal ortamda bir hayli örgütsüz, büyük kitleleri birtakım hedeflere kilitlemek konusunda tamamen etkisiz bireyleriz. Elimizdeki tek etkili araç, düşünmek. Siyaset yapmak, sahiden “ince” bir “sanat” olacaksa, stratejinin düşünceyi daraltmadığı bir entelektüel geleneği ve demokratik kültürü egemen kılarak olacak. Bunun yolu da, son analizde, düzeyleri birbirine karıştırmamayı öğrenmekten geçiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.