“Hazırlanacak yeni anayasa, kısa, öz ve açık olmalı; yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler parlamenter sistem esas alınarak açık, net ve anlaşılabilir bir şekilde belirlenmeli; bu çerçevede Cumhurbaşkanının konumu ve yetkileri yeniden tanımlanmalı; temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş sağlanmalıdır.”
Bunu kim söylüyor?
AKP…
Ne zaman söylüyorlar?
Ülkeyi beş yıl yönettikten sonra, 2007 genel seçimlerine giderken, seçim bildirgesindeki vaatlerinde.
Recep Tayyip Erdoğan hem AKP Genel Başkanı, hem de başbakan.
***
Belli ki o sıralarda siyasal namusları sayılması gereken AKP Parti Programı’nın ırzına geçmeyi henüz düşünmüyorlar…
Çünkü o parti programının hemen başlangıcında ‘hukuk ve adalet’ bölümünde şöyle bir ilkesel vaat var:
‘Anayasanın ve kanunların herkesi bağlayıcılığına dair ilke titizlikle uygulanacaktır.’
Demek ki o günlerde anayasayı değiştirmeden fiilen rejimi değiştirmeye heveslenen bir durumları yok…
Kendilerini anayasa üstü görmek gibi bir çıldırmışlık da söz konusu değil…
‘Ben yaptım oldu’ darbeciliği de…
***
Parti programına, seçim bildirgesine, seçmeni kandırmaya yönelik palavralar yazıp yazıp sonra bunların teker teker ahlaksızca, utanmadan, sıkılmadan ırzına geçmek nasıl bir siyasal ahlaktır?
17-25 Aralık’ta olduğu gibi hırsızların polisleri yakalaması ve suçlu ilan etmesi türünden bir ahlak mı?
***
Siyasi dolandırıcılığın hangi boyutlara ulaştığını, fiili darbe merakından, seçimle gelip seçimle gitmeme eğilimlerinden anlıyoruz ama kepazeliğin boyutlarını somut olarak görmek istiyorsanız AKP Parti Programı’nı açıp okuyun.
‘Ak Parti, ideoloji dayatan veya rant dağıtan bir parti değildir, olmayacaktır. Partimiz, bu programdaki ilkeler çerçevesinde Türkiye’ye hizmeti esas alan bir kitle partisidir. Soğuk savaş döneminin doğurduğu, eski siyasi akla dayanan ayrışmaları reddediyoruz. Demokrasiye inanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, çoğulcu değerleri benimsemiş, ahlaki ve insani duygulara sahip, piyasa ekonomisine bağlı herkese bu partinin çatısı altında yer vardır.’
Nelerin yapılması gerektiğini bildikleri yazdıkları programdan belli.
Ama hazine soygununa girişince bütün yazdıklarından, söylediklerinden, bildiklerinden vazgeçmişler.
Bu program yazıldığında, bu programdan dolayı AKP’ye oy vermiş insanlar, bugün bunların tam tersini yapan AKP’ye oy verebilir mi?
Verirlerse, bu siyasal sahtekârlığın bir parçası olmazlar mı?
Yakında, AKP iktidarı, AKP’nin parti programına internet erişimini yasaklatırsa hiç şaşmam… Şimdi yaptıklarının ne tür siyasi bir rezillik olduğunu parti programlarındaki vaatleri açıkça gösteriyor çünkü…
***
Partinin kurucusu, ilk başbakanı, ilk cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ü partilerinin 14’üncü kuruluş yıldönümüne çağırmayan adamlar bunlar.
Ne verdikleri sözlere sadıklar, ne dostluklarına sadıklar.
Partilerinin kurucularını bile siyasi çıkarları nedeniyle yok sayabiliyorlar.
Maskelerini çıkartıp attılar…
Artık hukuksal değişim olmadan fiilen sistem değiştiren mi ararsın, güvenoyu alamadığı halde hükümet görevini iade etmek istemeyen mi görmek istersin, buyur gel, seç seç al…
Haram paranın tadına alışınca ne hukuk kalıyor, ne hak, ne adalet, ne vefa…
***
‘Fiilen yönetim şeklinin değiştiğini’ söylemek açık bir itiraftır…
19 Ocak 2012 tarihli ve 6271 sayılı ‘Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu’ sadece cumhurbaşkanının seçim tarzını değiştirmiştir, ülkenin yönetim şeklini değil.
O madde değişirken, bugünkü anayasal suç işleyen beyanlar ve bol kepçe siyasal üfürmeler niye yoktu, rejim değişikliği yaptığınızı neden halktan sakladınız, bunları söylemek için neyi beklediniz?
Hırsızlık yaparken suçüstü yakalanmayı mı?
***
Hukuken değişmeyen ama fiilen değişen bir yönetim sistemi var ise bu resmen sivil darbedir…
Anayasal sistemi korumakla yükümlü olanların ‘fiili’ rejim değiştirmekten bahsetmeleri, anayasanın ihlal edilebileceğini vurgulamaları, hukuk dışı bir yönetim arayışı anlamına gelir.
Açık bir suçtur.
Ağır bir suçtur.
Cezası da ağırdır.
***
Anayasa aynı dururken, üç yıl önceki bir seçim yasasını ‘rejim değişikliği’ olarak sunmak, fiili durumdan söz etmek, kendini anayasa üstü görmek, hukukla ve milli iradeyle çatışmak anlamına gelir.
Bu ülkenin halkı 7 Haziran’da ‘başkanlık’ istemediğini açıkça gösterdi sandıklarda…
Başbakanları da bunu itiraf etti zaten.
Şimdi Erdoğan ve AKP, millet iradesini açıkça yok saymaya uğraşıyor.
Halkın tercihiyle çatışıyor.
‘Yönetim biçimi fiilen değişti’ denerek darbe yapıldığı ve bu darbenin ne pahasına olursa olsun sürdürüleceği açıklanıyor.
Bu darbeyi de, yeniden başlattıkları savaşın ve ölüme gönderdikleri insanların tabutlarının arkasına saklamaya uğraşıyorlar.
***
Sivil iktidarın devlete darbe yapmasının son örneği Peru’da, Alberto Fujimori zamanında yaşandı.
Devlet başkanı devlete darbe yaptı ama şimdi 26 yıla mahkûm.
Cezasını çekiyor.
Hapishanede… Olması gereken yerde.
Bütün darbe heveslilerinin de eninde sonunda gideceği yer orasıdır.
Millet iradesiyle çatışmanın, milli iradeyi ‘fiilen’ yok saymanın hukuki bedeli çok ağırdır.
***
Sürekli çocuklarımızın yitip gittiği, Varto’da sıkıyönetimin ilan edildiği, Borsa’nın inişe geçip doların fırladığı, 16 yıl önceki korkunç depremin bile yaralarının tam sarılamadığı günleri yaşıyoruz.
Yetki gaspıyla iktidarını sürdüren, görevini iade etmeden, sanki 7 Haziran seçimleri olmamış gibi koltuğuna yapışan arsız bir iktidarın ülkeyi darma duman ettiği bir ortamdayız.
Daha önce de yazdım, siyasetçi, hem hırsızlıktan, hem de cinayet sabıkasından ağır yaralı ise, kısacası siyasal varlığı muhalefete düşmeyi göze alamayacak kadar kirlendiyse, son çare olarak şiddetten ve darbeden medet umar.
Anlaşılan o aşamalara geldik.
Bu gözü dönmüşlüğe ödenen kanlı faturalar gittikçe kabarıyor.
Türkiye halkının buna ilk seçimde gene ‘dur’ diyeceği de anlaşıldıkça çaresizliğin cinnet hali daha da artıyor.
Yoksul çocuklar savaş ateşinde yakılıyor… Ama halkın öfkesi ve isyanı da artıyor.
Şehit cenazelerinde sık sık, ‘sizin çocuklarınız ölmüyor da niye sadece bizim çocuklarımız ölüyor’ soruları dile getiriliyor.
İnsanlar, ‘başkalarının’ çocuklarının cenazeleri üzerinden ‘darbeye’ yüründüğünün farkında.
***
Sağlık Bakanı hiç çekinmeden ‘başkan seçseydik bu kaosu yaşamayacaktık’ diyor.
Yaşadığımız bu kanlı kaosun tek nedeninin Erdoğan’ın başkan seçilmemesi olduğunu fütursuzca söylüyor.
Ya Erdoğan’ı başkan yapacağız, ya da onlar bu ülkeyi kaosa ve savaşa sürükleyerek çocukları öldürtecekler.
Açık bir şantaj.
Üstelik de ölümüne bir şantaj.
‘Fiilen’ yönetimi değiştiriyorlar, ‘başkan seçmezseniz kaosu yaşarsınız’ diyorlar, savaş çıkarıyorlar, ülkeyi yakıyorlar, insanları öldürtüyorlar, milli iradeyi yok sayıyorlar.
Bu ülke, bu toplum, ölen çocukların acısıyla yananlar, bu şantajın bedelini bu şantajcılara, bu hırsızlara, bu darbecilere ödetecek.
Milli iradeyi aşağılamanın, darbe yapmanın ne demek olduğunu görecekler.
Hiç kuşkunuz olmasın.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.