Son günlerin moda tartışmalarından biri siyasal İslam’ın “çöküşü”.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in darbeyle iktidardan uzaklaştırılması… Batı’nın bunu onaylaması… Tunus’ta Kardeşlerin türevi olan Nahda’nın demokratik seçimleri kaybetmesi ve bunun gibi gelişmeler siyasal İslam’ın başarısızlığı olarak sunuluyor. Mesele doğal olarak kökleri siyasal İslam’a dayanan AK Parti’yle de ilişkilendiriliyor.
Mesela The Economist dergisi 20 Aralık sayısında yayınlanan “İslam artık çare değil” başlıklı makalesinde “Recep Tayyip Erdoğan’ın yönettiği Türkiye ekonomik açıdan başarılı, demokratik İslamcı iktidar modeli sunuyor gibiydi” diyor. Cümledeki en can alıcı kelime “seemed” yani geçmiş kipiyle kullanılan “gibiydi”. Zira 17 Aralık yolsuzluk soruşturması ve iktidarın bunu her nevi anti-demokratik yöntemler ile gömüyor algısı İslam dünyasına adına sunduğu umutları zayıflattı. Türkiye İslam ve demokrasinin pekâlâ birarada yürüyebileceğinin en parlak örneği olma yolundayken artık “mezhepçilik”, “tahammülsüzlük”, “otoriterlik” ve “rüşvet” iddiaları ile anılır oldu.
İşin en ironik yanı belki de iktidara ilk geldiğinde AK Parti’nin “İslamcı” tanımını reddediyor oluşuydu. Öyle ki AK Parti için “İslamcı” diyen yabancı gazeteciler sık sık telefonla uyarılırdı. Çünkü o günlerde AK Parti Batı nezdinde meşruiyet arayışı içerisindeydi. Ve partiyi kapatmak için bahane kollayan askerî vesayetçilere malzeme sunmak istemiyordu. Bugün ise Müslüman Kardeşler’in baş hamisi konumundaki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İslami dünya görüşünün altını kalın çizgilerle çiziyor. Ancak dine sarıldıkça bunu sanki iktidarın eksikliklerinin ve yetersizliklerinin üzerini örtmek için yaptığı algısı gitgide yayılıyor. IŞİD tarzı radikal yapılar arasında ise istediği kadar imam- hatip, açsın, ekranlarda sigaraları, şarapları buzlasın AK Parti’nin dindarlığı küçümseniyor. Yetersiz görülüyor.
Din siyaset güç ilişkisi dünyanın en kadim ve karmaşık ilişkilerinden biri.
14 asır önce kopan Hazreti Muhammed’in (SAV) ölümünden sonra Halife kim olmalı savaşı dinin kendisiyle değil siyasi gücün paylaşımıyla ilgiliydi. Bu zamanla Şii Sünni yorum farkı savaşına döndü. İş ilerledikçe her iki mezhepte de farklı tarz, farklı söylem, farklı öncellikler üzerinde tartışmalar yoğunlaştı. Ama özünde bunların çoğu yine liderler etrafında şekillenen güç ve iktidar çekişmeleriydi. Tıpkı bugünlerde Gülen Cemaati ile AK Parti arasında olduğu gibi.
Tabii her iki tarafa inanacak olursak esas dertleri demokrasi. Müttefik iken demokrasi adına zaman zaman hukuku çiğneyerek muhtelif düşmanlarını elimine ettiler. Bugün ise yine demokrasi adına birbirlerini yok etmek için uğraşıyorlar. İktidar “gazozuma ilaç koydular” edasıyla bütün günahları Cemaat’e yıkmaya çalışıyor. Birçok masum insan “paralel” yaftasıyla ekmeğinden, haklarından, hürriyetinden mahrum ediliyor.
Cemaat sıkıştıkça “demokrasi elden gidiyor” diye bağırıyor.
Ama doğal yapısı gereği Cemaat’in demokratlığı Fethullah Gülen’i sorgulama özgürlüğüne kadar varamıyor. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in zor yoldan öğrendiği gibi.
Artık iktidardaki güçlerini yitirdikleri için Cemaat’in bu gibi tabuları sadece kendilerini ilgilendirir. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştiriden muafiyeti hepimizi ilgilendiriyor. En son gazeteci Sedef Kabaş’ın zor yoldan öğrendiği gibi.
Tüm bunlardan çıkarabildiğimiz sonuç başta sorduğumuz gibi Türkiye’de de siyasal İslam’ın çöktüğü mü? Son günlerde konu üzerinde son derece sarsıcı tespitlerde bulunan Gazeteciler.com yazarı Levent Gültekin “İslamiyet’e her derde deva olarak değil sadece bireysel inanç olarak bakmak lazım,” diyor. Ve ekliyor: “Müslüman adam demokrat olabilir ama siyasal İslamcı adam demokrat olamaz”. Haklı olup olmadığını zaman gösterecek. Hepinize neşe, sağlık, sevgi dolu bir yıl dilerim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.