Başbakan Erdoğan’ın, 1915’te yaşanan tarihî Ermeni acısı için yayınladığı mesaj; hem şaşırtıcı, hem bir ilk, hem de Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geleceği açısından uzatılan bir el, samimi bir uzlaşma çağrısıdır.
Şaşırtıcıdır, çünkü Sayın Başbakan’dan böyle bir çıkış beklenmiyordu. Konunun insanî boyutu, evrensel hukuka atıf yapılması sadece Ermeni meselesiyle değil, Türkiye’nin AB üyeliği, toplumsal mutabakat arayışı açısından da umut vaat ediyor. Eğer Başbakan, bu mesajdaki yeni söylemi, yeni ufku, içeriye dönük de devam ettirebilirse asıl şaşırtıcılık işte o zaman yaşanır… Tamam, fazla iyimserlik için temkini elden bırakmayalım ama sıkıntıların büyüklüğü, her zaman bir çıkış yolunu, normalleşmeyi hatırlatmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olan Başbakan Erdoğan’ın mesajındaki en çarpıcı bölüm şurasıdır:
“Adil bir insanî ve vicdanî duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir. 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.”
Bu ifadelerde, yaşanan acılara resmî ama insanî bir dokunuş var. Yıllardır bize yakışan, bizden beklenen buydu: Etnik ya da dinî aidiyeti sebebiyle insanlara önyargılarla, insafı ve vicdanı bir kenara koyarak bakmamak... Osmanlı’nın sadık tebası yüz binlerce Ermeni vatandaşımızın, yanlış bir tehcir politikasıyla, haksız yere yaşadığı acıları, insanî hassasiyetle, dinimizin ruhuna sadık kalarak ve Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz kucaklayıcılığı hatırlayarak anlamaya çalışmalıydık. Bir kısım yöneticinin tarihimize, asaletimize, millet vicdanımıza yakışmayan yanlışlarını savunmak zorunda değildik. Başbakan Erdoğan’ın, Dersim’le ilgili özrü gibi, tarihî Ermeni acısı için de yaptığı bu çıkış, çok önemli ve değerlidir.
Başbakan Erdoğan’dan şimdi beklenen, aynı çıkışı, bir cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, içeriye dönük olarak da yapması/yapabilmesidir. Böyle bir beklenti, bizzat yayınladığı mesajdaki ifadelerden kuvvet almaktadır: “1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir.” Evet, içeride devam eden gerilimin düşmesi de bu anlayışa bağlıdır: Çoğulcu bakış açısı, demokrasi kültürü ve çağdaşlık, yani evrensel insanî değerleri savunmak… Yine Sayın Başbakan, mesajında; “Kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti, hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edecektir.” diyor. Dışarıya söylenmiş bu sözleri, kendimize, içe dönük olarak söylenmiş gibi isterseniz bir daha okuyunuz. Hele şu ifadeler:
“Zamanın ruhu, anlaşmazlıklara rağmen konuşabilmeyi; karşıdakini dinleyerek anlamaya çalışmayı; uzlaşı yolları arayışlarını değerlendirmeyi; nefreti ayıplayıp saygı ve hoşgörüyü yüceltmeyi gerektirmektedir.” Evet, aynen böyle…
Türkiye’nin ihtiyacı; yönetici katından sergilenecek insanî duruş, hakkaniyet, millet vicdanına yaslanmak ve hukukun üstünlüğünü savunmaktır. Sayın Başbakan, dışarıyı gerçekten şaşırttı. Sıra, içeriyi şaşırtmakta…