ANTALYA Film Festivali, tantanaya uzak, sinemaya yakın bir eksende devam ediyor. Bugün bende iz bırakan ve daha önce hakkında herhangi bir şey kaleme almadığım filmler hakkında birkaç kelam etme niyetindeyim.
İlksen Başarır'ın filmi "Başka Dilde Aşk", ilişki ve iletişim üzerine, direnmek ve mücadele etmek üzerine temiz, derli toplu bir filmdi ve seyirci tarafından beğeniyle izlendi. İşitme engelli bir genci mümkün olabilecek en iyi şekilde canlandıran Mert Fırat sayesinde bir ödülle dönebilir.
"Babam Büfe" hakkında Mehmet Açar söylenebilecek ne varsa yazmış çarşamba günkü yazısında; birkaç parlak fikir taşımasına rağmen insan, "Artık diziler bile daha gelişkin bir sinema diliyle çekiliyor ve bu kadar mantık hatası içermiyor" diye düşünmeden edemiyor.
"Bornova Bornova"yı temel fikri açısından beğendim ama karakterlerini çok oturttuğu ve çok konuşturduğu için içimde beliren "Daha iyi olabilirdi" duygusunu aşamadım. Bir de özünde ahlaki bir duruş ortaya koymak, yaşanan ahlaki çöküntüyü eleştirmek için yola çıkan filmlerin inadına "hardcore" bir dil kullanmayı seçmesini artık sıkıcı bulduğumu belirtmem lazım. "Gemide" filmi için bu orijinal bir fikirdi, aradan geçen bunca yıl ve onca arka sokak edebiyatından sonra artık değil.
Tayin olduğu okulda Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarına ders anlatmaya çalışan Kürtçe bilmeyen bir Türk öğretmenin yaşadığı sorunları ele alan "İki Dil Bir Bavul" ise demokratik açılım konseptine çok uygun düştü. Filmin meselesiyle bir sorunum yok, fakat bu film bir kurmaca mı, dramatik belgesel mi, emin değilim. Eğer dramatik belgesel ise neden kurmaca filmlerle birlikte yarışıyor, o da muallak benim için.
Belki benzeri bir itiraz Kutluğ Ataman'ın "Aya Seyahat"i için de yapılabilir; lakin Ataman'ınki belgesel süsü verilmiş bir kurmaca. Madem konuya girdik, Ataman'ın aralara serpiştirdiği akademisyen, yazar, uzman görüşleriyle yapmaya çalıştığı şeyin olayın gerçek olduğunu sanmamıza ve "yanılmamıza" yardım eden unsurlar olduğunu da belirtelim. Söz konusu görüş ve demeçler birer tuzak, bu yönüyle Ataman'ın yaptığı bir tarih ve belgesel taşlaması. Peki derdi nedir Ataman'ın? Bir soruyu sordurtmak. O soru şu: Ya "resmi" tarih dedikleri de böyle bir şey ise kuzum?
*
Yavuz Özkan'ın "İlkbahar Sonbahar"ı ise ciddi bir hayal kırıklığı. 68 kuşağına mensup olan ve o günlerin iddiasını canlandırmak isteyen bir yönetmenin, seçmeleri geçebilmiş bir grup gençle hem direniş hem de film yapmak istemesi üzerine gelişen olaylar söz konusu. Ekibin kalacakları yeri kendilerinin inşa etmesinin verdiği ders, Marx'ın yabancılaşma sorunu dediği şeye deva gibi geliyor; üretimin ancak ürettiğin şey ile duygusal bağ kurabildiğin zaman ahlaklı olabileceğini sezdiriyordu. Ancak ilerleyen dakikalarda boş yere ümitlendiğinizi de anlıyordunuz. Çünkü birkaç hoş detay dışında genel olarak film, "Bu bir 68 kuşağı taşlaması olsaydı ancak bu kadar başarılı olabilirdi" dedirtti.
"Dünyayı değiştirmek" ve "daha iyi bir dünya" için bir araya gelen insanların, her gün elinde radyosu ile davar otlatmak için gelen ve hiç de yabani olmayan meraklı "Ali" ile hiçbir temas kurmamaları, "Ali'siz dünya"nın mümkün ve muhtemel olmadığı gerçeğinin böylesine ıskalanması, bunun bilge yaşlı yönetmen karakter tarafından bile algılanamaması, filmin tezini yerle yeksan etti. Oyuncu yönetimi de sorunluydu.
"Gözlerimin Önünde"yi merak ediyorum. "Kara Köpekler Havlıyor" ve 40 da henüz izlemediğim filmler arasında. Tahmin yürütmek için henüz erken ama büyük ödül "Uzak İhtimal', "İki Dil Bir Bavul", Zeki Demirkubuz imzalı "Kıskanmak" ve Reha Erdem'in "Kosmos"undan birine gidebilir. Onur Ünlü'nün "Beş Şehir"i ile İnan Temelkuran'ın "Bornova Bornova"sı da sürpriz yapabilir. Kime giderse gitsin, ben pazar günü "Kosmos"u yazacağım...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.