Bilginin çokluğu, “aydınlanmayı” da beraberinde getirecekti: ne kadar çok teknoloji, ne kadar çok bilgi varsa, o kadar iyi olacaktı.
Washington’daki gazetecilik müzesi Newseum’daki daimi sergilerden, The New York Times –Ochs-Sulzberger Family Great Hall of News: Surrounded by the Flow of Information (Ochs- Sulzberger Ailesi Büyük Haber Salonu- Haber Akışı ile Sarmalanmış) ve Bloomberg Internet, TV and Radio Gallery: Getting the News Electronically (Bloomberg Internet, TV ve Radyo Galerisi: Haberleri Elektronik Olarak Almak) de bu tezlerle kurgulanmıştır. Tepesinden metrelerce uzunlukta ışıklı panellerden dünyanın dört bir yanından haberlerin akışı ile görsel olarak sarmalanırken veya teknoloji geliştikçe insanların bilgiye olan erişiminin artışına bakakalırken gerçekten de, heyecan duymadan edemiyor insan. Gene aynı müzedeki, Berlin Wall Gallery: A Barrier That Couldn’t Block Information (Berlin Duvarı Galerisi: Bilgiyi Engelleyemeyen Duvar) da, ne kadar engellemeye çalışsanız, suyun akıp yolunu bulması gibi, bilginin akıp yolunu bulacağı tezini işliyordu.
Ancak, gerçekte öyle olamadı (henüz): bilgi ve bilgiyi aktarma yolları çoğaldıkça, “kendi bilgisini aktarmak” da bir savaşa dönüştü.
Bugünlerde, aynı zamanda bir propaganda savaşı olan İkinci Dünya Savaşı’nın bitişi üzerinden tam 70 yıl geçmişken, gene bir “bilgi ve habercilik savaşından” bahsediyoruz. NATO başta olmak üzere askerî kurumlar ve sıklıkla “Hibrid Savaş” (Hybrid Warfare) üzerine konuşuyor.
Silahlı, yani sıcak çatışma dışında birçok farklı yöntemin kullanıldığı “melez savaşlar”dan yani. Melez savaşta, çatışan taraflar, illa devletler olmayabilir –örgütler, gruplar birbirleriyle veya devletlerle savaşabilirler. Taraflar, birbirleriyle doğrudan da çatışmayabilirler –paravanlar ve maşa olarak kullanılan yapılar devreye girebilir.
İsrail ile Hizbullah’ın 2006’da Lübnan’daki savaşından sonra sıklıkla kullanılmaya başlanan bu kavram, son yıllarda da, Rusya’nın Ukrayna Savaşı’nda oynadığı rolden sonra popülerleşti.
Hibrid Savaş kavramı, savaşanlar her türlü şiddet ve suç eylemiyle beraber, medyanın ve bilgi akışının da “silah” olarak kullanılabileceğini öngörüyor. Taraflar, birbirleriyle sadece sahada çatışmıyor; aynı zamanda, hedef kitlelerinin “kalpleri ve zihinleri kazanma savaşı” için ellerinden geleni yapıyor. Sadece sıcak çatışmanın yaşandığı yerlerdeki halklar değil, aynı zamanda uluslararası aktörler ve kamuoyu da, Hibrid Savaş’taki hedef kitlelerden biri. Diğer bir deyişle, askerî üstünlük elde etmek kadar, “manevi güç ve zafer” elde etmek için de gerçekleştirilen bir “algıları yönetme” çatışmasından bahsediyoruz.
Üzerine konuşulan kavramların kendileri de, algılarımızı yönetiyor. Hibrid Savaş ile ne kastedildiğini tarif ederken bile karşımıza çıkan zihinsel tablo, komplo teorileri için son derece bereketli, kafa karıştırıcı, insan ayağının altından basabileceği zemini çekip alan, “düşmanın” herkes ve her şey olabileceği, her yerden saldırabileceği ürpertici, sisli bir ortam. “Düşmanı açıkça tarif edebildiğiniz, doğrudan bir sıcak çatışma gerçekleşen günlere elveda” öngörüsü ile beraber madalyonun öteki yüzünde, güvenin hiçbir koşulda mümkün olamayacağı ve barışın tahayyül bile edilemediği, “daimi savaş” durumu da şekillenmiş oluyor.
İşte, Türkiye’de PKK ile devletin güvenlik güçleri arasındaki çatışma da, giderek “Hibrid Savaş” tezine uygun düşecek dinamiklere itiliyor. Bana kalırsa, dünyada Hibrit Savaş kavramı popülerleşip, kabul gördükçe ve yöntemleri çatışan taraflarca hayata geçirildikçe, “kendi kendini doğrulayan kehanet” hâline dönüşüyor.
Ve karşımıza, kan revan, virane Silvan manzarası çıkıyor. Neredeyse iki haftadır süren sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın raporuna göre, 105 bin kadar nüfusu olan ilçenin, neredeyse dörtte biri kadarının göç etmesine neden oldu desek bir fikir şekillenir bilmeyenlerin de kafasında.
“Bilenler” olarak da, Silvan’ın insanları, hayatın doğumla veya yaşamın şekillendirdiği sebeplerle, kaderini Silvan’a hizaladıklarına, uzaktan acımak ve üzülmekten başka bir şey yapamıyor, sıkışıp kalıyorsunuz.
Bir yandan Silvan’a yönelik bilgi akışı kısıtlı, öte yandan da, eskiden olabileceğine oranla çok bol; ama “bilgi” çatışan taraflar arasında kalanın da ötesinde, bir “inanma” ve “inandırma” savaşına dönüşüyor ki –işte bu da başlı başına bir trajedi.
Bazıları için, Silvan’da (ve ötesinde) ölen, yaralanan veya göç etmek zorunda kalan insanların “kimliği”, her kimseler, çatışan hangi taraftan veya sivil, kimseler– bunlar insan olmalarından çok daha önemli.
İşte, böyle yok olduk deriz bu gidişle ileride…
Hibrit Savaş ile falan değil, birbirimizi insan saymadığımız savaşı ile.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.