Suriye’nin kuzeyinden birkaç gün önce sızan haberlerden birinde dikkatimi çekti; Kürtlerin öncülüğünü yaptığı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ellerinde Türk yapımı hafif tanksavar silahları (M72 LAW) ile birlikte Halep’in kuzeyinde görüntülenmişti. “Kürtlerin elinde Türk yapımı silahlar var” idi. Böyle bir gelişme –hani olmaz ya- bizim (!) medyamızda haber olsaydı, kim bilir nasıl yorumlar eşliğinde sunulurdu!
Ancak tabii bu tek görüntüden hareketle yorum yapmaya kalkışmak epeyce yanıltıcı olurdu! Zira işin aslı –çok büyük ihtimalle- şöyleydi: Bu tip silahlar Fırat Kalkanı Harekatıçerçevesinde Türkiye tarafından sahadaki Özgür Suriye Ordusu(ÖSO) güçlerine verilmişti. Ancak ÖSO güçleri kimi yerlerde IŞİD’e karşı çok etkili bir savaş yürütememiş ve mevzilerini ellerindeki cephanelikler ile birlikte terk ederek kaçmıştı. Böyle olunca da söz konusu Türk yapımı hafif tanksavar silahlar IŞİD’in eline geçmişti.
Ancak hikaye burada, yani “IŞİD’in elinde Türk silahı” noktasında da bitmeyecekti. Zira Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Rakkakırsalında çok sayıda noktada IŞİD’e yönelik başarılı operasyonlar gerçekleştirmişti. Bu operasyonlarda örgüte ait pek çok silah ve mühimmat ele geçirilmişti. Bu silahlar arasında ÖSO’dan IŞİDenvanterine geçmiş söz konusu hafif tanksavar silahları da vardı. Kısa bir zaman sonra da bu silahların bir kısmı Halep’in kuzeyindeki SDG birliklerine aktarılmıştı.
Özetle, kimi SDG mensuplarının Halep’in kuzeyinde Türk yapımı M72 LAW silahları ile görüntülenmesinin ardında çok büyük olasılıkla sahadaki bu gelişmeler silsilesi yatıyordu.
Tabii bu tip bir sonuç yarın öbür gün bambaşka şekillerle de gerçekleşebilir, silahlar karaborsa ticareti yoluyla da kamptan kampa nakledilebilirdi. Nitekim –benim doğrulayabilmeme olanak yok tabii ama- bazı ÖSO güçlerinin kendilerine verilen silahları IŞİD’e sattıkları da iddia edilmişti.
Unutmamak lazım gelir ki, savaş bir yandan da yolsuzluk sahasının en geniş ve en derin olduğu coğrafya demektir. 200 dolara adam savaştırılan bir sefalet coğrafyasında, hele de karaborsa silah tacirlerinin at oynattığı koşullarda silahların akışkanlığının hangi boyutlara ulaşabileceğini tahmin edebilmeniz çok da mümkün değildir.
Herhangi bir dış güç olarak siz belki bir silahı bir gün İdlip’te sahaya nakledebilirsiniz. Ancak sonrası pek de sizin hayal etiğiniz şekilde gerçekleşmeyebilir. Mesela bazı cihatçı gruplar kendi denetimleri altındaki bölgelerde kayda giren silahlar üzerinden -sizin haberiniz dahi olmadan- vergi toplayabilir... Derken o silah oradan “uçuverir.” Ertesi hafta aynı silah Rakka’da savaşan bir başka silahlı grupta belirebilir... Öbür hafta da El Bab yakınlarında başka bir grupta... Nihayetinde izine en iyi parayı teklif eden grupta rastlanabilir...
Hatta aynı silahın bırakın Suriye coğrafyasını yarın öbür gün büyük şehirlerinizdeki kanlı bir terör eyleminde boy göstermeyeceğini dahi kimse bilemeyebilir!
Çünkü savaş biraz da “silahların akışkanlığı” demektir!
Dolayısıyla savaşmak ya da savaştırmak üzere elini tetiğe atmaya yeltenenlerin, savaş alanını “teknik bir muharebe sahası” olarak değil öncelikle son derece kaygan ve “akışkan” bir karaborsa zemini olarak düşünmesi ve bu silahlar ile onların namlularından çıkacak mühimmatın bir gün kendilerini dahi vurabileceğini dikkate alması şarttır. Tabii bunun için de o akışkanlığın mekaniğini kavrayacak donanım ve tecrübeyi geliştirmiş olmak elzemdir.
O fiyakalı deyimle söyleyelim: Savaş zamanı “büyük resmi” görmek isteyenlerin cephedeki bir fotoğrafa bir kaç kez “close-up” yaparak bakması işe yaramaz, tam tersini yapması ve barış zamanından başlayarak o fotoğraftaki silahın üretilişinden size döndüğü (!) ana kadar geçen süreci politik bağlamı ve bütünselliği içinde kavramaya çalışması gerekir.
Yoksa barış ve müzakere sandalyesini tekmelediğinizde tam olarak neyi yitirmiş olduğunuzu hiçbir zaman bilemeyebilirsiniz!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.