Bir yandan çok ümit verici mesajlar geliyor.
Beşir Atalay, “silahların bırakılabileceğinden” söz ediyor, Talabani’nin sözcüsü, “silahların bırakılması için Talabani’nin görüştüğünü” söylüyor.
PKK’ya yakın internet sitelerine bakıyorum, bu konularda bir açıklamaları var mı diye, oradan ses gelmiyor, ki bu şartlarda bu “olumlu” yorumlanabilecek bir sessizlik.
Bunların hepsine birarada bakınca, “savaşın bitebileceğine” dair bir umut besleyebileceğimizi görüyoruz.
CHP lideri Kılıçdaroğlu da “çözüm önerileriyle” Başbakan Erdoğan’a gidiyor.
Parti başkanlığından “liderliğe” geçmek istediğini gösteren demeçlerle “gerekirse koltuğumu da kaybetmeye razıyım” diyor.
Bir siyasinin lider olabilmesi için “koltuğunu kaybetmeyi göze alacak” kadar cesur, buna rağmen o koltuğu kaybetmeyeceğine emin olacak kadar da güvenli olması gerekiyor.
Kılıçdaroğlu bu tavrını devam ettirebilir mi bilmiyorum ama şu anda anlayabildiğim kadarıyla CHP de “bu çözümün” bir parçası olmak istiyor, sanki bir çözüm olabileceğine dair onların elinde de bazı bilgiler varmış duygusu da yaratıyorlar.
Umut ihtimali bile sevindiriyor insanı.
Bu savaşın bitmesi muhteşem olur.
Ama özellikle son yıllardaki deneyimlerimizle iki tarafta da “derin yapılar” olduğunu, barışın kapısına geldiğimizde tatsız bir sürprizle karşılaşabileceğimizi biliyoruz.
Ama galiba bu sefer, Barzani, Talabani ve Amerika destekli “çok uluslu” bir güç savaşı durdurabilmek için uğraşıyor.
Böyle umutlu bir görüntü var ama çok acayip işler de devam ediyor.
KCK tutuklamaları neredeyse BDP’nin bütün siyasi kadrolarını temizliyor.
Tutuklamalar, KCK’nın “PKK’nın şehir terörünü organize edecek” örgüt olduğu iddialarıyla başladı.
Böyle bir “örgüt” durdurulmalı, sivilleri öldüren canavarca eylemlere izin verilmemeli, bu tamam.
Ancak bir bakıyorsunuz, “terör örgütü” diye siyasi bir kadronun neredeyse bütün elemanları hapse atılıyor.
Böyle binlerce “siyasetçiden” oluşan bir terör örgütüne tarihte rastlanıldığını pek sanmıyorum.
BDP’nin bütün belediye başkanları “bombalı eylem” hazırlığında mı yakalandılar?
İl Meclisi üyeleri “intihar bombacılığına” mı soyundular?
Koskoca “legal” bir yapıyı mı kullanıyorlar “illegal” eylemler için?
Bu pek “terör eylemi” mantığına uymuyor.
Daha ziyade, “terör” bahanesiyle bir siyasi partinin kolu kanadı kırılıyormuş gibi gözüküyor.
Kürtlerle, onları siyasi partisiz bırakarak mı barışılacak?
Bu görüntü barış hazırlıklarıyla uyumlu bir görüntü değil.
Peki, ne oluyor?
Savcılar ve polisler, siyasi iktidardan habersiz işler mi yapıyorlar?
Devlet kendi içinde mi kırıldı?
“Çamlıca’ya cami”, “operaya mescit”, “kürtaja yasak” dendiğinde Başbakan Erdoğan “tek adam” ama “barış” dendiğinde Başbakan Erdoğan “devlete hâkim olamıyor” söylentisi.
Silahları Barzani ile Talabani bıraktırıyor, KCK’yı devletin içinde “birileri” tutukluyor, Erdoğan da “kürtajdan sorumlu başbakan” olarak mı çalışıyor?
Van Belediye Başkanı’yla yardımcılarının tutuklanmasından sonra Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, “AKP milletvekilleri istifa etmezlerse halk onların yüzüne tükürür” dedi.
Özellikle Uludere katliamından sonra AKP’nin Kürt milletvekilleri gerçekten çok zor günler geçiriyor.
Kürtlerdeki “duygusal kırılmanın” AKP’li Kürt milletvekillerinin Güneydoğu’da “siyasi kariyerlerini” sürdürmelerini gittikçe zorlaştıracak şekilde derinleştiğini görüyoruz.
Uludere katliamından sonra Kürtleri inciterek, Uludereli kadınların deyişiyle “Başbakan’ın her cümlesiyle Uludere’yi bir daha bombalayarak”, KCK operasyonu adı altında BDP’nin bütün yerel siyasetçilerinin tutuklayarak, AKP’li Kürt milletvekillerini yolda insanların yüzüne bakamaz hêle getirerek bu barış nasıl sağlanacak?
Kürt halkının tümünü öfkelendirerek nasıl barış yapılacak?
Savaşın bitmesi muhteşem bir gelişme olur.
Ama Kürt halkı böylesine aşağılanarak, öfkelendirilerek, hakları reddedilerek kenara itilirse, o barışı muhafaza etmekte çok zorluk çekeriz.
Kürt meselesi sadece PKK meselesi değil.
Sadece silah meselesi de değil.
Kürt meselesi, bir halkın “eşitlik” talebi meselesi.
Eğer alttan alta “ayrılmanın hazırlıkları” yapılıyorsa, savaş bitirilip yollar ayrılacaksa, bunu bilemem.
Ama bugün devletin ve hükümetin dili, Kürtlerle yapılacak bir barışın dili değil, bu uygulamalar, tutuklamalar, Uludere nedeniyle babalanmalar bu ülkenin insanlarına barış getirmez.
Birlikte yaşama isteğini beslemez.
İnsanlar ölmediği, mutlu olduğu, huzuru bulduğu sürece her çözüm benim için iyi çözümdür.
Bugün hükümetin ve devletin izlediği politika silahları susturup ayrılmayı hedefleyen bir politikaysa, oraya doğru gidiyoruz.
Ama planlarda “ayrılmak” yoksa, hükümetin uygulamalarını ve konuşmalarını da barışa uygun hâle getirmesi gerekir.
Aksi takdirde silahlar sussa da sonra korkarım gene “konuşur”.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.