Geçen haftaki yazımda “şiddet meselesi”ni bazı boyutlarıyla tartışmaya çalışmıştım. Asıl derdim, “şiddet karşıtlığı” konusunda önemli bulduğum belli noktalara dikkat çekmekti. Fikir ve siyaset hayatımızda ciddi sorun oluşturduğuna inandığım bu noktaları da, soyut bir şekilde değil, Kürt sorunuyla bağlantılı olarak irdelemeyi denedim. Dolayısıyla genel bir şiddet analizi yapmak gibi bir niyetim yoktu. Esasen hem şiddet kavramının kendisi, hem şiddet karşıtlığının ölçütleri ve sınırları ve bunlara benzer daha pek çok husus, sosyal bilimlerin en tartışmalı mevzuları arasında yer alırlar. Bütün bunları bir gazete köşesinde ele almaya girişmenin saçma olacağını biliyorum. Dahası, tartışmayı buralara yoğunlaştırmanın, asıl meseleleri tartışmayı engelleyeceğine da inanıyorum.
Ne var ki, Roni Margulies, bu yazım vesilesiyle, tartışmaya tam da bu kapıdan girdi ve bence oradan da çıkamadı (Taraf, 10.9.2011). Roni kusura bakmasın, ama o kapıya yönelmeyi hiç verimli bulmuyorum.
Bunun yerine, Kürt sorununu gözden kaçırmadan, tartışmayı şiddet – siyaset ilişkisi ekseninde derinleştirmek, bana çok daha anlamlı geliyor. Mesela Ali Bayramoğlu’nun, tam da bunu yaptığını söylemeliyim (Yeni Şafak, 8.9.2011). Bu ifademin, yazıma ilişkin mültefit sözlerinden dolayı Bayramoğlu’na bir teşekkür olarak anlaşılmasının benim açımdan bir sakıncası olmadığını da belirteyim!
Geçen haftadan devam edeyim! Şiddet karşıtlığının pek çok türü var. Bir tutum olarak şiddet karşıtlığını açıklamaya yönelik felsefi ve siyasal argümanlar ile epistemolojik kaynaklar da çok çeşitlidir. Bunlara girmeden, şiddet karşıtlığının benim için ne anlama geldiğini şöyle ifade edebilirim: Toplumsal sorunların çözümünde şiddetin bir yönetim tekniği ve bir siyasal mücadele yöntemi olarak kullanılmasını reddeden ilkesel tutum!
Bu tutumun bileşenlerini ve/veya sonuçlarını kabaca şöyle sıralayabilirim:
1) Şiddetin devlet tarafından toplumsal yaşamın düzenlenmesinin tekniği ve toplumsal sorunların çözümünün aracı olarak kullanılmasına karşı çıkmak!
2) Değişik toplumsal grupların hak ve eşitlik taleplerinde şiddeti bir siyasal mücadele yöntemi olarak kullanmalarına karşı çıkmak!
Bu bakımdan şiddet karşıtlığı, toplumsal sorunların barışçıl siyasal usuller içinde ve demokratik düzlemde çözülmesini savunmakla aynı anlama geldiği açıktır. Burada savunulan şey, demokratik siyasettir.
Şiddete bu şekilde karşı çıkmak, bir olgu olarak şiddeti yok saymayı, görmezden gelmeyi gerektirmez. Tam tersine, şiddeti engelleyebilmek için, onu üreten faktörler üzerinde tefekkür etmek ve onları dönüştürmeye çalışmak şarttır. Sadece silahlı örgütü kınamakla veya ona tek taraflı silah bırakma çağrısı yapmakla, şiddet karşıtlığının gerekleri yerine getirilmiş olmaz.
Kürt sorunundaki gibi yaygın bir iç çatışmanın yaşandığı durumlarda, şiddet karşıtlığı iki sütun üzerine oturmak zorundadır:
1) Şiddeti şiddet dışı yollarla sona erdirmek!
2) Şiddete gerekçe oluşturan faktörleri dönüştürmek!
Birincisi, iç silahlı çatışmaların hukukuyla ilgili bir meseledir. Şiddet bir kere ortaya çıkmışsa, bunun şiddet dışı yollarla son bulması için yapılması gerekenler vardır. Bu yöntem ve önlemlerin, uluslararası literatürde “Silahsızlanma” başlığı altında ele alındığını hatırlatayım. Bu hukukun çerçevesini esas alacaksak, devletin ve isyancı grubun şiddetini belli açılardan aynı konumda görmek zorundayız. Mesela bir ateşkes durumu söz konusu olacaksa, devletin de operasyon yapmamayı kabul etmesi lazım.
İkincisi, silahlı isyana gerekçe oluşturan adaletsizliklerin giderilmesi meselesidir. Demokratik siyasetin önceliğini savunmak, bunun ön şartını oluşturan demokratik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını istemeyi gerektirir doğal olarak.
Herkes şiddet karşıtı olmak zorunda değildir şüphesiz! Lakin bir silahlı mücadeleyi meşru görmek de, bu bağlamda ortaya çıkan sorunlara bakmaktan kaçmayı haklı kılmaz. Mesela, Yasemin Çongar’ın “şiddetin işlevselliği” bağlamında ortaya attığı sorular ve işaret ettiği sorunlar yok sayılamaz (Taraf, 13.9.2011).
Mesela silahlı mücadele yöntemini haklı bulmak, “savaş hukuku”nun ilkelerini hiçe saymayı, daha açık söyleyeyim, somut şiddet eylemlerinin tarzını ve sonuçlarını sorgulama dışında bırakmayı meşru kılmaz.
Şiddetin sinizme ve giderek nihilizme güçlü bir zemin sunduğunu unutmamak lazım! Bu çerçevede sinizm, bir tarafın insanlık dışı eylemini, diğer tarafın benzer veya daha kötü eylemini örnek göstererek mazur veya anlaşılır kılmaya çalışmaktır. Nihilizm ise, bir tarafın, belirlediği hedeflere ulaşmak için her türlü yıkıcı eyleme başvurmasını normal veya kabul edilebilir görmektir.
Sinizm ve nihilizm duraklarından geçerek gideceğimiz yer; ilkelerin ve değerlerin imhasıdır! Bu zemin bir toplum olma veya toplum olarak kalma imkânlarını kurutur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.