İki yıl önce, AKP Kürt açılımı başlattığında ve daha ilk adımlar atıldığında şehit cenazeleri hızla artmıştı. Kürt siyasi kanadı "muhatap biz değiliz, İmralı'dır" diyordu ısrarla. "Öcalan'a gidin, adres orasıdır!" Şimdi ise "biz tasfiye edilmeye çalışılıyoruz, muhatap alınmıyoruz" diyorlar. Ve yine cenazeler taşınıyor her tarafına bu toprakların. Bir kez daha. Muhatap krizi kana tahvil ediliyor.
Bu topraklarda aynı hikâyenin içindeyiz. Her birimiz kendi sözcük terkiplerimizle. Ama bugünlerin 'adres sormayan' şiddeti hikâyenin üzerini kanla örtüyor yine. Nefes alamayan kelimeler harap düşüyor, yorgun, bitap. Siliniyorlar giderek.
Geçmişte devlet tarafından inkâr ve imha edilmiş Kürt gerçeğini bugünlerdeki konjonktüre uygun olarak haykırmak adına en uygun kelimeleri seçmek için mücadele veren bazı yazar dostlar, geçen yazımda anlattığım gibi, kendilerini kelimeleriyle inkâr ediyor bir bir.
"Ortadoğu yeniden şekillenirken, ABD ve AB bizim tarihsel ilerleyişimizi durdurmak istiyor" diye yeni bir şiddet gerekçesini dillendirenler şunu görmüyor olabilir mi acaba: Siyasete şiddeti dahil etmek, cumhuriyet tarihi boyunca darbecilerin tuttuğu yolu da meşrulaştırıyor bir bakıma. Devletin operasyonlarını da.
Bugün devletin geçmişiyle yüzleşmek için oluşturmaya başladığı komisyonları güçlendirmek veya gündeme getirmek varken, Meclis içi soruşturma kurullarında mücadele etmek varken, sivil toplumla devletin ortaklaşa yürüttüğü faaliyetlerde hakkını aramak varken, anayasa çalışmaları üzerinden bölgesel özerklik tartışmalarını yürütmek varken...
Yine Kürt hareketi adına saldırganlığın ideolojisini yapıyor bazı kalemler. Bu, başlı başına bir şiddet değil mi? On yıllar boyunca vatandaşını faili meçhul cinayet ve katliamlarla,'darbe olgunlaştırma operasyonları'yla idare etmeye kalkan derin devlet örgütünün söylemlerinden ne farkınız kalacak o zaman?
Evet, KCK tutuklamalarıyla devlet en büyük haksızlığını yapıyor vatandaşlarına. Ve evet, diyelim ki AKP hükümeti, sahiden barış istemiyor ve barış görüşmelerinde de hiç samimi değil. O halde kan dökmek meşru mu olacak?
Başbakan'ın üslubu çok sorunlu ve Gazzeli çocuklara daha fazla değer veriyor. O halde, devlet adına barış müzakereleri yürüten ama samimi olarak barışmak istemediğini düşündüğünüz bu hükümete karşı savaşmak mı gerekiyor? "Kimse hükümetin barış istediğine bizi ikna edemez" diye niyet okuyacak bir lüksümüz var mı ki bu kadar ölümün ortasında?
Şimdi örgüt liderleri de, siyasî kanadın kanaat önderleri de BDP'yi Meclis'e çağırıyorlar. Yemin krizinden sonraki dönemde onca kan akıtılmıştı ama şimdi: Meclis'e gelme kararı çıktı. Ya sonra?..
Devlete haykırdık hep: "Önce kendi günahlarınla yüzleş" dedik. Hain ilan edildik, devlet düşmanı ilan edildik. Şimdi kendi hatalarıyla yüzleşmesini Kürt hareketinden beklemek memleketin en yakıcı sorunuyla yaşayan bizler için 'haklı' bir talep değil mi? Bunun için ille etnik olarak Kürt olmaya gerek var mı? Akan kan hepimizin. Yara hepimizin değil mi?
'Ya sonra' diye sorgulamayı bile "Kürtlere akıl vermek" olarak görenlerin, şiddeti mutlak olarak karşısındakine izafe etmelerinde bir sorun yok mu? Kürt hareketi kendiyle yüzleşmeyip, devletin on yıllar boyunca yaptığı gibi, zorbalıklarını meşrulaştırmaya devam ederek: Devletin düştüğü hatalara kendi de mi düşecek hep? Bunca bedel ödemişken?..
Kürt hareketi, kendisini eleştiren herkesi mutlak düşman olarak görüyor. Kanın durmasını samimiyetle isteyenlerin timsah gözyaşı döktüğüne ve tıpkı hükümet gibi aslında barışı istemediklerine kendini ikna eden bazı yazar dostlarımız ise gülünç ve utanç verici gerekçeler üretmeye devam ediyorlar şiddetin meşruluğuna dair.
Evet, bu yazarlara göre barış istemek sadece şiddeti meşrulaştıranların -ve bu yüzden de Kürt hareketine koşulsuz destek verenlerin- tekelinde. Barışmak da onların harcı yalnızca. Her fırsatta aşağıladıkları, düşmanlaştırdıkları muhafazakârların, liberallerin filan değil.
Şuna birlikte tanık olmadık mı: Meşruiyetini halkın oyundan alan bir hükümeti 'savaşılacak düşman' olarak görmek bu memleketin birçok vatandaşının darbecilik ve cuntacılık suçuna bulaşmasına yol açtı. Kimi bilerek, kimi farkında olmadan kullanıldı. Meşru bir siyasî partiye karşı mücadeleyi kan ve şiddetle vermeyi bugün meşru bulan kalemlerin yıllarca medyada, siyasette, Meclis'te bilerek ya da bilmeden Ergenekon sözcülüğü yapanlardan farkı kalıyor mu?..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.