Şiddet karşısında nasıl bir tutum takınılacağı, insanlığın ezeli meselelerinden biri sayılır. Lakin şiddete yaklaşım konusu, ancak modernlikle birlikte sistematik olarak tartışılmaya başlandı. 19. yüzyılın sonlarından itibaren bu tartışmalara yeni bir boyut eklendi. Daha önce, devletler arasındaki ilişkilerde “savaş”ın normal bir araç, hatta kaçınılmaz bir yöntem olduğu anlayışı hâkimdi. Gerçi bu anlayışı reddeden görüşler o zamanlar da vardı; fakat asıl 20. yüzyılla birlikte bu itiraz güçlü bir ses haline geldi. Ardından savaş karşıtlığını esas alan sistematik bir doktrin ve yaygın bir hareket ortaya çıktı.
Pasifizm, savaş karşıtlığı alanındaki bütün bu gelişmelerin müşterek başlığı olarak kullanıma girdi. Pasifizmin uzun ve karmaşık bir hikâyesi var. Bir gazete köşesinde bunun özetini sunma iddiası bile, haddini aşmak olur. Niyetim bu tartışmayı ülkemizdeki çatışmaya bağlamak olduğu için, buna yarayacak kısa bir değerlendirme yapabilirim en fazla.
Önce şunu belirteyim: Bugün şiddet tartışması, sadece devletler arasındaki ilişkiler bağlamında yürütülmüyor; toplumların kendi içlerindeki çatışmalar da bu kapsamda ele alınıyor. Dolayısıyla pasifizim, yalnızca “savaş karşıtlığı”nı değil, aynı zamanda “şiddete karşı olmayı” da ifade ediyor.
Savaşı ilke olarak reddetmek, pasifizmin ön şartını, temel öncülünü oluşturur. Ama pasifizmin tanımına, bu öncülü tamamlayan başka unsurlar da dâhildir. Bunlar da, silahlı çatışmaları engellemek, mevcut çatışmaları barışçıl yollarla çözmek ve sürekli bir barışın şartlarını yaratmaktır. 20. yüzyılın başlarındaki pasifizm anlayışı da aşağı yukarı böyleydi. Pasifist sözcüğüne ilk kez 1907 yılında yer veren Larosusse’taki tanım da bunun kanıtı olarak görülebilir.
Şu halde, şiddet karşıtlığı, şiddeti soyut bir şekilde reddetmekten çok daha fazlasını gerektiriyor. Buradan hareketle, şiddet karşıtlığının odağını değişik durumlara göre farklı kurmak gerektiğini söyleyebiliriz.
İki ana ihtimale göre şöyle açabiliriz bu önermeyi: Şiddet karşıtları, silahlar henüz patlamamışken, şiddetin devreye girmesini engelleyecek her türlü zihinsel ve pratik faaliyeti ön plana çıkarmak durumundadırlar. Silahlı çatışmanın başladığı durumlarda ise ağırlık noktası, bu çatışmayı şiddet dışı yollarla sona erdirme çabasına kayar.
Gelelim sadede, yani Kürt sorununa! “Türk tarafı”ndaki hâkim algıya göre, şiddet karşıtlığının tek anlamı vardır, o da PKK’yi lanetlemektir. Bunun dışında söylenen her sözü, şiddeti desteklemek olarak damgalayan yaygın bir anlayış mevcut. Bu bakışta, şiddeti sona erdirmenin yolu, esas itibariyle PKK’yi bitirmekten geçer. Devlet şiddeti de, bunun en olağan ve meşru aracı olarak görülür.
Sorduğunuzda, meseleye bu şekilde yaklaşanlar da amaçlarının “barış” olduğunu söyleyeceklerdir. Böyle barışçıllık, şu ünlü Latince deyişi hatırlatıyor: Si vis pacem, para bellum – barış istiyorsan, savaşa hazır olur!
Bu anlayış, Kürt hareketi çevrelerinde de yaygın ve etkili görünüyor. Devleti müzakereye ve/veya kendi taleplerini kabule zorlamak için silah hâlâ vazgeçilmez bir araçtır Kürt hareketinin zihin dünyasında.
Çeşitli dönemlerde şiddeti şiddet dışı yollarla bitirme eğilimi güç kazanmış olsa da, her iki tarafta da silah hep elden bırakılmaması gereken bir seçenek olarak görüldü. Böyle olunca da, “barış” silahların gölgesinden ve vesayetinden hiç kurtulmadı.
Şimdilerde silahın mantığı iyice yerleşmiş görünüyor. Bu mantıkta barış, karşı tarafı dize getirmektir. Bunun için de şiddetin her türünü mubah gören bir ruh hali oluşmuş durumda. İşin vahim yanı, barışa ancak savaşla ulaşılabileceği beklentisinin her iki tarafta da kendi toplumsal meşruiyetini üretmeye başlamasıdır.
Bu gidişin en yakıcı sonucunu, PKK’nin Dersim’de gerçekleştirdiği şu korkunç halı saha saldırısında eşiyle birlikte katledilen komiserin babası anlatıyor: “Sayı hesabı, parmak hesabı, kelle hesabı yapılır hale gelmek!”
Bir tarafın kayıpları, diğer taraf için savaşın olağan sonucu olarak görülünce, insan hayatının değeri de basit bir rakama indirgenir. Savaşın kadim aklı budur! Böyle bir akıl üzerine en son inşa edilebilecek şey ise barıştır.
Bugün şiddet karşıtlığının ön şartı, toplumsal sorunların çözümünde şiddeti bir yöntem olarak reddetmek konusundaki netlik ve tutarlılıktır. Şiddet karşıtlığında samimiyetin ölçütü de, şiddeti şiddet dışı yollarla bitirmeyi savunmaktır. Sadece bir tarafın şiddetini mahkûm etmenin, diğerininkini mazur göstermeye çalışmanın zaten şiddet karşıtlığı olmadığı aşikârdır. Asıl mesele, sorunun çözümünde hangi yöntemin savunulduğu noktasında düğümleniyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.