I-
Bir maniniz yoksa Başbakanımız size gelecek dendi. Buyursun diyenleri şimdi ziyaret ediyor Başbakanımız. MHP ve BDP bir değil birçok manimiz var Başbakan gelecekse biz evde yoğuz dediler. Fakat onların evde olup da "yoğuz" demelerini kimse ciddiye almıyor. İlle de madem iktidarsın ille de gideceksin diyor "kanat önderleri". "Sen iktidarsın kapıyı açmıyorlar mı öyleyse pencereyi zorla, bacayı kullan."
Kanat önderleri bu kadar ısrar edince konuşmalarla bir şey olacağını zannediyor necip halkımız.
İlkler önemlidir. İlk konuşmanın nasibi DSP Genel Başkanı Masum Türker'e çıktı. İçerik terörle mücadele için özel eğitimli asker kullanılacağı. Çarşamba günü BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu ve SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ziyaretlerini gerçekleştirdi Recep Tayyip Erdoğan. Numan Kurtulmuş, dumanı üstünde Genel Başkanlığını sorumluluk sahibi sağduyulu bir lider olarak taçlandırıyor.
Türkiye'nin bundan sonraki yol haritasının, SP delegelerinin hür vicdanı ile yakından alakalı olacağını söylemek mümkün. Çünkü CHP'nin gerçekleştiremediği aktif muhalefeti SP'nin gerçekleştirebileceği umudunu taşıyorum. Nitekim Numan Kurtulmuş 12 Eylül'de yapılacak oylamanın iktidara güven oylaması anlamına gelmediğinin altını ısrarla çiziyor.
Yazıyı gazeteye gönderdiğim sıralarda henüz CHP ziyareti gerçekleşmemişti. Kemal Kılıçdaroğlu'nun acemi gündemi vardı dillerde. Hani kendisi için gündemin arkasından gitmeyen gündem yaratan lider deniyor ya. Yeni "yarattığı" gündem "İçki sofrası kurmayın, iftar sofrası kurun" gündemi idi. Halk bunu nasıl anladı? Bu uyarı olmasa CHP mübarek günlerde içki sofrası kuruyormuş, vah vah şeklinde anladı.
II-
Ekranlarda "uzmanlar" canhıraş tartışıyor. Kimi sakin kimi olabildiğince öfkeli. Peki, halk uzmanların tartışmasından etkileniyor mu? Bu sorunun cevabını 12 Eylül'e kadar aramaya devam edeceğiz. Ama ben bu gün size konu ile ilgili olarak sokak gözlemlerimi aktarayım.
Yer bir çay bahçesi. Üçe ayrılmış bahçe. Bir tarafta çocuklarını salıncakta sallayan ailelerin oturduğu bölüm var diğer tarafta genellikle genç çiftlerin oturduğu bölüm. Üçüncü bölüm kapalı. İçeride dev bir ekran var. Genellikle bekârlar bu kapalı bölüme takılıyor.
Benim oturduğum masa tam ara yerde.
Bir grup gencin oturduğu masanın hemen yanı. Onların masasında henüz bitmiş tavlanın geride bırakmış olduğu can sıkıntısı var.
Gençler sohbet konusu seçmekte kararsız kalıyor. Ne var canım diyor içlerinden biri anayasa geyiği çeviririz.
Lan olum diyor bu konuya çok kafayı takmış olduğu belli olan, Biz niye oy kullanıyoruz ki. Gelinle damadın işi değil midir evet hayır demek.
Ahaha oluyor masadakiler.
-Olum ne gelini ne damadı? Anayasa anayasa.
—Tamam. Biz ne dedik. Gelinle damat söyler evet hayırı.
—Anayasa ile gelin damadın ilgisi tam da alakaya çay demle olayı yani.
—Hayır alakanın tam ortası diyor gelinle damat üzerinden anayasa metaforu inşa etmiş olan.
—Cengiz sen hukuk yazacaktın değil mi. Kesinlikle yazma olum. Sen daha okuluna gitmeden saçmalıyorsun. Yani pardon özgün takılıyorsun.
—Sana tamamen katılıyorum Mert. Ülkemiz hukukçularının ciddi olarak özgün olma sorunu var.
—Ayşe Özgün olma sorunu mu?
—Helal olsun valla Ayşe Teyzeye. Ne güzel destek vermiş Eren Talu'ya.
—HA. HA. HA. Siz bu kadarsınız işte.Ne verirlerse tüketiyorsunuz.
—Tüketme değince. Çay alalım. Bakar mısın canım çayları tazeleyelim.
—Ne çayı olum. Baksana bunlara, hala dondurmalarını bitiremediler.(Masadaki iki kızı kastediyor olmalı bunlar diye.)
—Nikâh salonunu düşünün. Memur sorar. Bu falanı filanı koca- karı olarak kabul ediyor musun diye. Evet. Evet. Salonundakiler de şahit olur. Bu anayasa işinde biz ancak şahit olabiliriz tamam mı. Vekiller oylasın. Biz niye oyluyoruz! Birbirlerini ikna etsinler.
—Ha anladım sana sandığa gitmek zor geliyor.
—O kadar basit değil. İnsanlar oyladığını sanacak. Ne oyladığını kim biliyor. Teknik olarak "Hayır" hiçbir zaman yüksek çıkmaz.
—Durun durun bi dakika. Şuradaki kadın var ya bizi yazıyor. Lan olum bakmayın o tarafa. Ürkütmeyelim kadını.
(Beni gördüler. Sahiden onları yazıyorum. Susuyorlar. Ben yazmaya devam etmeliyim. Masada oturan iki tane de genç kız var. Fakat söz üç delikanlı arasında sekiyor. Kızlar hiç ses vermiyor. Nasıl dinliyorlar acaba? Yüz ifadelerini görebilseydim. Ama artık mümkün değil. Sandalyemi çeviremem. Garson çaylarını getirdi. Alakalı alakasız her şeyi yazmalıyım. Onları yazmadığıma ikna oldukları zaman bu bölümü silerim. Fakat kızlar niye konuşmuyor? Belki de lavaboya filan gittiler. Şu an masada değiller belki. Ben oturduğumda masadaydılar ve dondurma yiyorlardı. Ah evet belki de dondurmalarını şu dondurma reklamındaki tipler gibi yiyorlar. Gözlerini kapatıp. Gözlerini kapatınca kulakları da duymaz oluyor besbelli. Lise son sınıf olmalılar. Hay Allah telefonum çalıyor. Kötü zamanlama kötü. Gazeteden arıyorlar. Gülseren hanım müsait misiniz diyor. Müsaidim diyorum. Başka ne diyebilirim ki. İz üzerindeyim diyecek halim yok. Tüh ya!)
Tekrar konuşmaya başlamışlar. Yazmaya başlarsam yine işkillenecekler. En iyisi bu defa bilgisayara değil şu kitabın arkasına not alayım. Kendi yazımı okuyamamak gibi bir sorunum var ama olsun.
Ama anayasa meselesi çoktan bitmiş. Dünya Kupası'nı konuşuyorlar. Hay Allah son cümlelerini nasıl bağladılar acaba?
Televizyonda tartışmalara yirmi dakikadan fazla dayanamayan ben bu gençlerin konuşmasını niçin bu kadar önemsiyorum.
—Sahici olduğu için mi? (Ekrandaki tartışmalar da sahici. Ama hiç ilgimi çekmiyor.)
—Sıradan insanların ne düşündüğünü öğrenmek aşkı mı?
Belki de bunların hepsi.
Ya da hiçbirisi.
Buraya bir avuç serinlik bulurum umuduyla gelmiştim. Kitabımın son okumalarını yapacaktım. Hayatın kendisi kitaptan daha cazip göründüğü için yazıdan hayata kaçtım.
Evet, yazıdan hayata kaçtım. Lakin kaçtığım hayat da yazı oldu sonunda.
Postacıya sormuşlar tatilde ne yapacaksın şehri dolaşacağım demiş. O hesap işte.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.