Devletin hem ideolojik hem rant yaratma anlamında çekim merkezi olduğu ülkelerde, gazetecilik esas işlevinin dışında özel misyonlar geliştirir. Toplumsal alanın dinamiklerini anlayıp aktarmak tümüyle anlamsızlaşır. Onun yerine cinayetler ve kazalardan oluşan cinsellik soslu üçüncü sayfa haberciliği ile yetinilir. Devletin tasarruflarının kamuoyuna aktarılması ise ‘doğal’ bir sansür süzgecinden geçirilerek gerçekleştirilir. Eğer yayın organı kendisini devlet ya da hükümetle özdeşleştiren bir ideolojik bakışa sahipse, doğrudan yönetimin ‘ağzına’ bakar ve haberciliğini de ‘milli’ menfaatler çerçevesinde sunar. Dış haberler ise ya tamamen magazinel seviyede tutulur, ya da aynı ‘milli’ bakışın ihtiyacına göre şekillendirilir.
***
Bu genel anlayışı kanıksamış bir toplumda, ayrışmaların derinleşmesi ve yönetimin kendisini bir ölüm/kalım mücadelesi içinde hissetmesi, durumu iyice hastalıklı hale getirmeye meyyaldir… Böylece istihbarat faaliyetinin kutsallaştırıldığı, manipülasyonların takdire şayan bulunduğu bir ortama geçilir. Medyanın bir bölümü başına tanınmamak için örtü geçirmiş linç çetelerine dönüşür, ardından o örtüleri de atmakta beis görmez.
Medya ne zaman bu hale gelse, anlayın ki ülkede devlet/toplum ilişkisi ve birlikte yaşama kültürü bir yozlaşma sürecinin içindedir. Bugün ne yazık ki biz de bu noktadayız… Bilmediğimiz, alışık olmadığımız bir durum değil. Ancak yine de yıllar içinde bir değişimden söz edilebilir. Eskiden daha ziyade tek tek gazeteciler tetikçilik yapardı. Bunlar başta MİT olmak üzere istihbarat teşkilatları içindeki hiziplerle işbirliği içinde davranır ve gazeteler tarafından da el üstünde tutulurlardı. Çünkü doğruluğu kuşkulu olsa da sansasyonel bilgi getirir, gündem yaratırlardı. Buna karşılık tümüyle tetikçilik yapan yayın organları da mevcuttu, ama onlar gazeteden sayılmaz, ideolojik propaganda ve çıkar odağı muamelesi görürdü.
Şimdilerde bir başka aşamaya geçtik… Artık özel bilgiye ulaşma maharetine sahip gazeteciler yok, çünkü böyle bir ihtiyaç kalmadı. Yayın organlarının tümüyle ve esas işleri olarak tetikçilik yaptığı bir noktaya ulaştık. Köşe yazarları, TV program sunucu ve yapımcıları, editörler ve yayın yönetmenleri ile kimse bu yapılandan utanmıyor, aksine şerefli bir görev ifa ettiklerini savunuyor. Vatan hizmeti olarak yalan söylenirken, herhalde bu ‘hizmeti’ kendilerini aşan bir büyük ‘dava’ uğruna yaptıklarını düşünüyorlar. Ama aynı hizmetin maddi manevi diğer getirilerinden yararlanmaktan da gocunmuyorlar.
Kemalizm makbul vatandaş yanında makbul bir medya yaratmıştı. Sonraki yılları gazetecilik ahlakının da kollandığı melez bir yapı içinde yaşadık. Bugün ise tek parti dönemindeki yönetim anlayışı muhafazakâr siyasi kültürle ve onun çeperindeki oportünizmle bütünleşiyor. Tetikçilik artık gazete ve televizyon çerçevesi içinde de kalmıyor, ‘sivil’ toplum kuruluşları ve sosyal medya üzerinden kılcal damarlara nüfuz etmeye, yalanlarla toplumu zehirlemeye soyunuyor.
***
Tepeden gelen emirle, ya da verimli topa girme hevesiyle davranan bu kuruluşlar, kendilerini istihbari asparagasa açık tutmakla kalmıyor, bu işlev için seçilmiş olmaktan övünç duyuyor ve söz konusu seçilmişliği kendi nüfuz alanlarını sağlamlaştırma yönünde kullanarak yozlaşmayı had safhaya taşıyorlar.
Böylece suç içermeyen birçok ilişkiyi yan yana getirerek suç ürettiğini sanan, suçlanması istenen kişileri gelmiş geçmiş her türlü melanetin sorumlusu yapmak isteyen bir tetikçilik, müdanasızca kol geziyor. Ahlaksızlık kurumsallaşıyor… Ve ne medya ne STK dünyasında kimseden ses çıkmadığı gibi, iktidar cenahında da birçokları ortaya konan bu çabaya takdirle bakıyor. Tetikçiliğin şerefli bir mesleğe dönüştüğü ortamda, elinizde ahlaki temeli temiz herhangi bir ‘dava’ kalmayacağı ise idrakin ötesinde kalıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.