BDP’li milletvekillerinin dağda silahlı ve üniformalı gezen PKK’lılarla Şemdinli civarındaki yol üzerinde kucaklaşmasını ekim 2009’daki Habur vakasına benzetenler oldu.
Benzerlik “kucaklaşma” ise kucaklaştılar. O zaman da kucaklananlar PKK’lı idi, şimdikiler de PKK’lı. Her iki olayda da PKK’lılar üzerlerinde dağda giydikleri üniformalarla çıka gelmişlerdi.
İki olay da daha önce görülmemiş türden birer siyasi gösteriydi. İkisi de Türk kamuoyunun geniş bir kesiminde şok etkisi yarattı.
Ama benzerliklerin hepsi işte bu kadardır.
Habur 2009 ile Şemdinli 2012 aslında birbirine zıt karakterli olaylardır.
Zıtlığı tesis eden şudur: Habur 2009’da PKK’lılar silahsızdılar ve dağa geri dönmemek üzere gelmişlerdi.
Şemdinli 2012’de PKK’lılar silahlıydılar ve gösterilerini yaptıktan sonra yeniden öldürmek ve ölmek için dağa geri döndüler.
Habur 2009 düzgün yönetilseydi, özellikle de Türk kamuoyunun algısı doğru koşullandırılsaydı, Şemdinli 2012 yaşanmayacaktı.
Lamı cimi yok, bu kadar net ve basittir.
Habur 2009 ile Şemdinli 2012 arasındaki üçüncü ve en önemli farkı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin olay mahallindeki varlığı ve yokluğu oluşturuyor.
Habur’da güvenlik güçleriyle, çadırlı mobil savcılarıyla devlet vardı...
Şemdinli 2012’de devletten eser yoktu.
Zaten mesele budur.
Bir aydır bir soru soruluyordu, “Şemdinli’de neler oluyor?” diye.
Bu soruya hükümet cevap vermiyor, ana akım medya sorunun cevabını aramak istemiyor, arayamıyordu.
Böylece cevapsız kalan soruların neden olduğu vakum Kürt hareketine fırsatlar sundu.
Hareketin siyasi/legal örgütü yanına Türk medyasının yerel unsurlarını da alarak, uzun bir araç konvoyu oluşturdu ve hareketin silahlı örgütü tarafından önlerinin kesileceği o yola koyuldular. Bir noktada karşılarına beş tam teçhizatlı PKK’lı çıkınca durdular ve siyasilerle o silahlıların arasında yarım saat boyunca kameralar önünde bir coşku, sevgi, muhabbet ve hemhal olma durumu yaşandı.
Ne PKK’lıların yol kesmiş gibi, ne de BDP’lilerin yolları kesilmiş gibi bir halleri vardı.
Savcının “Bu yol kesme değil, buluşma” hükmünü vererek inceleme başlatması doğal.
“Şemdinli 2012 kucaklaşması”nın sosyal medyaya düşen videoları, Türkiye kamuoyunda bir şok yarattı. Şok, etkisi ve tepkisiyle uzun süreceğe benzer.
Mesela infialin sözcülerinden AKP Meclis Grubu Başkanvekili Mustafa Elitaş, “Milletvekillerinin Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne kastetmiş birileriyle kol kola, kucak kucağa resim vermesinin hainlik ve terbiyesizlik olduğunu” söylemiş.
MHP’nin TBMM Grup Başkanvekili Oktay Vural, “terör örgütünün bu safhaya gelmiş olması, istediği yerde at koşturuyor havasının yaratılması düşündürücü” demiş.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da “Bir tahammül noktası var, bunu zorlamayalım” diye konuşmuş.
Günay’ın uyarısındaki anahtar sözcük “tahammül”...
Tahammül yitimi, Kürt hareketinin “Şemdinli 2012 kucaklaşması” neticesinde AKP hükümetinin önüne koymuş olduğu seçeneklerden biridir.
“Şemdinli 2012 kucaklaşması”, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin topraklarının küçük bir bölümünü artık kontrol edemediği izlenimini doğurarak, PKK propagandasının feriştahı olmakla kalmıyor yalnızca...
Özellikle Habur 2009’dan sonra kırsalda etkili operasyonlar, kentlerde de aslında BDP’yi hedef alan KCK tutuklamalarıyla özetlenebilecek güvenlikçi stratejinin başarıya ulaşamadığı mesajını da veriyor ki, durum hükümet açısından bu noktada da tahammül edilebilir değildir.
Şehirdeki Kürt aktivistlere hapse atılmak ya da dağa çıkarak katli meşru birer hedef olmak dışında seçenek bırakmayan bu hükümet stratejisi de BDP açısından tahammül edilemez bir hal almıştı.
Ve tahammülünü yitirmiş bu BDP’nin Şemdinli 2012’de silahlı PKK’yla kucaklaşarak intihar ettiğini düşünebilirsiniz. Öyle bile olsa sıradan, basit bir intihar değildir bu. Yaratıcı, çözücü bir intihardır. AKP hükümetini, tahammülünü yitirerek BDP’yi kapatmaya, milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırıp onları içeri atmaya, karadan geniş ve derin bir sınır ötesi operasyona kışkırtan bu hamle, bölgesel konjonktürdeki radikal değişimin ışığında okunmalı.
Suriye-Irak-İran hattındaki Ankara’ya hasmane değişim PKK’ya hayat öpücüğü vermiştir. PKK herhalde “Şimdi değilse ne zaman?” diye soruyordur kendine.
Türkiye’nin Kürt sorunu artık idare edilemiyor.
BDP’nin silahlı adamlarla kucaklaşması intihari olsa da bu kez Ankara’yı üç zor seçenek karşısında bırakıyor: Bu tahammül edilemez durumu yönetmeyi denerken sürekli oy ve kan kaybetmek, siyasi, ahlaki ve maddi maliyeti muazzam olacak saldırılara girişmek, ya da yine maliyeti büyük olacak bir siyasi çözüm programı geliştirmek...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.